SİTE DİZİNİNDEKİ 280. KONU
BEREKETLİ ALTIN KUŞAK VE TURAN ZEMİN (ASYA)
Türklerin ilk yaşadığı bölgeler, Hazar Denizi’nin sağından kıtanın ucuna kadar olan alanlardır. Tarih öncesi çağlarda insanlar daha çok bu alanlarda yaşamışlardır: Sebebi, iklimin diğer yerlere göre daha uygun olmasıydı. Bu bölgeye “Bereketli Altın Kuşağı” denilir. Asya, insan gelişiminin ana merkezidir.
Asya, Asur kelimesinden gelir ve Asur dilinde “doğu ülkesi” anlamını taşır. Tarih öncesi (MÖ 3. binyıl öncesi) dönemlerde insan toplulukları nehirler etrafında yaşamıştır. İlk yerleşik tarım uygarlıkları Mezopotamya, Mısır, Hindistan ve Çin’dedir. İlk uygarlıklar Asya’dadır. Sebebi; tatlı su bolluğu ve güzel iklimdir.[1] (Dünyadaki suların %3’ü içilebilen tatlı sudur, %97’si ise içilemez ve deniz suyudur. İçilebilen %3 suyun %2,5’i ise -uzaklığından dolayı kullanılamayan- buz ve Antarktika’da bulunur. İçtiğimiz %0,5’lik su ise sırasıyla en fazla; yeraltı, yağmur suları, göller, insan yapımı depolarda ve nehirlerde bulunur. Asya kıtası dünya su kaynağı dağılımında %36 ile ilk sıradadır. Gelecek 50 yıl içinde dünya nüfusunun %40’ının su kıtlığı yaşayacağı düşünülmektedir.[2])
4,5 milyar yıl yaşındaki Dünya’da çokça buzul çağı meydana gelmiştir. “Dünya, Güneş etrafında dönerken kendi eksen eğiminden dolayı yaklaşık her 25 bin yılda bir buzul çağına girer: 26°C’lik bu eksen eğikliğinin düzelip, Dünya’nın Güneş’ten gelen ışığı dik açıya yakın almasıyla sıcaklık artar ve buzullar erir: Milankovitch Döngüleri.” (Gözde canlandırabilmek adına şu örneği söyleyebilirim: Dünya’nın tam içinden geçecek şekilde kutuplardan bir mil geçirin ve bu mili yukarıdan ve aşağıdan tutun ve 26°C’lik açıyla bu mili eğin veya yatırın, ardından eski haline getirin: İşte bu durum her 25 bin yılda bir gerçekleşir ve sıcaklığın azalması ve sonrasında artması bu zaman aralığında yavaş yavaş meydana gelir.)[3] Buzul çağlarında denizlerin bir kısmı bile donabilmektedir. 12.000 yıl öncesine kadar dünyanın çoğu yeri buzuldu, yaşanabilecek çok az yer vardı. Bu son buzul çağıdır. Bir ara erir gibi olmuş fakat 10.000 sene önce tekrar buzullaşmaya başlamıştı. Bu son buzul çağında, Avrasya’nın kuzey yarısı tamamen taş gibi donmuştu.
Turan Zemin: Avrasya kuzey buzul çizgisi ile Alp-Himalaya dağ buzulları arasında kalan kısımdır. 20.000 yıl önce Turan halkları, Turan Zeminde yaşamaktaydılar.[1] (Görüşüme göre 20.000 yıl öncesi, dinlerdeki Tufan öncesi olabilir.) Bu dönemde Orta Asya’nın iç bölgeleri, günümüzden 5 derece düşük, etrafı buzullarla çevrili, tatlı suyla zengin göllerin bulunduğu bir bölgeydi. Son buzul çağının buzullarının çözülmeye başlandığı tarih 20.000 yıl öncedir. MÖ 12.500 yılına kadar neredeyse bütün dünya suyla kaplıydı. Bu tarihten itibaren sular yavaş yavaş çekilmeye başladı. Yer yer tepelerdeki sular çukurlara çekildiğinde ani su baskınları da yaşanıyordu. Asya kıtasının orta kısmı, Karadeniz-Hazar-Aral ve kıtanın ucuna kadarki koridoru kapsayan Turan Zeminde MÖ 12.500 – 6.200 yılları arasında, buradaki tatlı su gölleri iklimin ılıman olmasını sağlamıştı. Bu dönemde bu bölgede her türlü meyve ve hayvan yetiştiğinden yaşamaya elverişliydi.
Turan Zemin daha çok Hazar-Aral denizleri çevresidir. Türk Mitolojisi’nin “Altın Devri” MÖ 12.500 – 5.000 arasındadır. MÖ 5.000 yılında bu bölge kurumaya başlamıştı. Tatlı su gölleri kurumuş, yaşanmaz bir hal almıştı. İklim kötüleşmişti. Bu dönemden sonra Türk/Turan milletleri yayılmaya başlamıştı. Yayılmayla gelen ölüm-kalım savaşları sonucu cesaretlenen Türkler dünyaya huzur, adalet, insanları eşit sayan bir ideal verme amacına girdiler sonra bu düşünce “Cihan Hakimiyeti”ne kadar gitti. Bozkır bir halk olan Türklerin töreleri de bu tarihlerde oluşmuştur.
Türklerin 5.000 yıllık “kayıtlı” tarihleri vardır. Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılmış ve buralarda yaşamışlardır. Orta Asya’dan yayılma sonucu Türk kültürü farklılaşır. Kültürün temel olarak değişmesi değil de, gidilen yerlerde farklı farklı kültürlerin oluşturulması söz konusudur. Yayılma 7.000 yıl önce başlamıştır. Kimi Türkler bozkır kültürünü yaşarken kimileri de yerleşik hayat kültürünü yaşamaktaydılar. Türk denilince belirli bir zümre veya belirli bir coğrafya değil, Asya’ya yayılmış nüfus olarak bakmak gerekir.[1]
___________________
[1] Necati Gültepe, “Türk Mitolojisi: Yeni Araştırmalar Işığında”, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2013, s. 26-33.
[2] Muhammed Karataş, Seyfullah Çevik, “Stratejik Doğal Kaynak Olarak Su ve Türkiye’nin Konumunun Değerlendirilmesi”, Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı: 45, 2010, <https://abs.cu.edu.tr/Dokumanlar/2015/IR%20449/437741895_karatascevik2010.pdf> Erişim: Haziran 2018, s. 5, 7, 9.
[3] Bu sitedeki yazıma bk. (Dizin 126).
SİTE DİZİNİNDEKİ 281. KONU
TÜRK KELİMESİ NEREDEN GELİYOR?
Türk kelimesi tarihte ilk olarak 542 yılında Çin yıllığı Çouşu’da Gök-Türk topluluğunu belirtmek üzere kullanılmıştır ve Gök-Türk devletinin (Orta Asya, 535/552-744) isminde görülmüştür. Gök sözü o dönemde Kök diye telaffuz edilmekteydi. O dönemlerde Türkler kendilerine Kök-Türk demekteydi ve bu söz Türklere aittir. Çince’de ‘r’ sesinin olmamasından dolayı Türk kelimesi Çin kaynaklarında “T’u-küe” olarak telaffuz edilmiştir. Türkler ilk başlarda kendilerine “Törük” demekteydiler, öyle ki Göktürk kitabelerinde Türük (Törük/Török) ve Türk geçmektedir, Göktürklerle beraber bu iki heceli olan Türük tek heceye indirgenerek Türk olarak söylenegelmiştir: T’u-küe ve Türük’ün iki heceli olması aralarındaki bağlama işarettir. Başlarda Törük olarak söylenen söz daha kolay söylenmesi bağlamında Türük’e (örneğin Anadolu lehçesinde yörük’e yürük denmesi gibi), sonrasında Türük de aynı sebepten ötürü harf düşmesiyle Türk şeklinde telaffuz edilegelmiştir (örneğin erik’in erk’e dönüşmesi gibi): Törük → Türük → Türk. Öyle ki Türklerle münasebeti milattan önceye dayanan Macarlar Türk’e halen Török demektedir.
Köktürklerin ataları Hunlardır: Hunlar ve Hunların atalarının çoğunluğu ise Türk’tür. Şu topluluklar/kavimler kesin olmamak kaydıyla tahminen Türk’tür veya Türk kelimesi bu kelimelerin birinden gelmiş olabilir (‘ler’ ile bitenler kavim, diğerleri kelime veya isim): Herodotos’ta geçen “Targita”lar ve “Tyrkae”(İskit)ler, Tevrat’ta geçen “Togharma”, “Turcae”ler, “Thrak”, Hint kaynaklarında geçen “Turukha veya Türüşka veya Turuşka”, Ön Asya çivi yazılı metinlerde bir ülke adı olan “Tourki”, Asurca çivi yazılı metinlerde geçen “Turukku”lar, Arapça’dan uydurma “Turkor”. MÖ 1500 civarında Çin yıllıklarında geçen “Tik” kavminin ileride “Türk”lere dönüştüğü de ihtimaller arasındadır ki Çince’de ‘r’ sesinin bulunmadığını tekrar hatırlatırım.
Firdevsi’nin (ö. 1021) çeşitli destanları konu alan Şehname’sinde şunlar geçmektedir: İran Hükümdarı Faridun geniş topraklarını Salm, İrac ve Tuvac adındaki oğullarına bölüştürdü. Tuvaç (Tür/Turaç)’a sonradan Türk olarak anılacak olan Orta Asya’daki toplulukla toprakları ile Çin ülkeleri verildi. İrac’ı kardeşleri öldürdü, onun oğlu intikam için Türk ülkesine yürüdü ve Turaç neslinden Afrasyab ile savaştı. Destanın devamında ise Türk ülkesinden Turaç’dan dolayı “Turan”, Fars ülkesinden de İrac’dan dolayı “İran” olarak bahsedilmiştir. Günümüzdeki Turan kelimesi de buradan gelmektedir. Şehname’nin bazı bölümleri, İran’ı yüceltmek için Hind-Avrupa mitolojisindeki anlatımların alınıp çarpıtılmasıyla yazılmıştır: Öyle ki buradaki Faridun’un Hind-İran mitolojisindeki Thrae-taona adındaki bir ilahtan ve aynı yerde geçen Afrasyab (Efrasiyab veya Alper Tunga)’nın da aynı ilahlar zümresindeki savaş tanrısı Frangrasyon’dan uydurulduğu tespit edilmiştir: Dolayısıyla Turan kelimesi de -başlangıç babında- uydurma bir kelimedir. Yanı sıra Frangrasyon’dan gelme Afrasyab’ın o dönemdeki savaşçı ve merhametsiz krallar için kullanılan bir lakap (ön isim) olabileceği de ihtimaller arasındadır. Ayrıca Ahameniş devri İranlıları Medlere (Medyalılara) Turanlı demekteydi.[4] Hatırlatırım ki Ahamenişler, Persler ve Medler birer İranidir veya İranlıdır.[5] Fakat burada şunu belirtmek gerekir: Afrasyab’ın eski Asya Türklerine geçerek bir evrilmeye-dönüşüme uğrayıp kendisi için yoğlar törenler yapılıp günümüze kadar yaşatılan Ulu Türk Hükümdarı Tunga Alp Er’dir[4] ki görüşüme göre o bir insan değil Türk hükümdarlarının veya Türklerin ulaşmasının beklenildiği en üst bir kademe-mertebe olup adeta soyut bir simge-sembol gibidir.
___________________
[4] İbrahim Kafesoğlu, “Umumî Türk Tari̇hi̇ Hakkında Tespi̇tler, Görüşler, Mülâhazalar“, Editörler: Abdülkadir Donuk, Muallâ Uydu Yücel, Kürşat Yıldırım, Fatma Dıngıl, İskender Türe, Erol Kılınç, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2014, <https://www.otuken.com.tr/u/otuken/docs/umumi.pdf> Erişim: 9 Ağustos 2018, s. 11-21.
[5] Bu sitedeki yazıma bk. (Dizin 272).
SİTE DİZİNİNDEKİ 282. KONU
“TÜRK” KELİMESİNİN ANLAMI ve TÜRKİYE
Gök-Türk dönemindeki Sui-şu adlı Çin kaynağında “T’u-küe” (yani Türk), Türk dilinde “miğfer” anlamına gelir: Bu da Türklerin ikamet ettiği Altay’daki dağların eteklerinin miğfer biçiminde yükselmesinden gelmektedir. Türk kelimesinin miğfer anlamına (da) geldiğini çoğu bilgin kabul etmekte olup ek olarak şu anlamları da 19. ve 20. yy.larda dillendirmişlerdir: “Takye” (takke), miğfer anlamına gelen Farsça “targ” ve yine aynı anlamdaki “dugulga”: Ayrıca Türk kelimesinin tur/tir kökünden oluşup “çekmek, cezbetmek” anlamına geldiğini ve İskit dilinde “deniz kıyısında oturan adam” anlamına gelen “Turku”dan oluştuğunu ileri sürenler de olmuştur. İslam kaynaklarında (10. ve 11. yy.larda) Ye’cüc-Me’cüc seddinin gerisinde yaşadıklarından dolayı terk edilmiş bölgede yaşıyorlar bağlamında “terk” kelimesinden dolayı Türk adını almışlardır gibi garip bir izahat da vardır (Terk-Türk). 11. yy.da Kaşgarlı Mahmud, yazdığı Divanu Lügati’t Türk adlı eserinde Türk isminin Türklere Tanrı tarafından verildiğini ve bunun Olgunluk Çağı anlamına geldiğini ifade etmektedir.
Bunlar bir yana en kayda değer bilimsel araştırmalara göre Türk kelimesi Türkçe’de “türemek” anlamına gelen (Orhun kitabelerinde çokça kullanılan) “törü/türe”den gelmiş olup “yaratılmış, mahluk” anlamına gelmektedir. Törü -veya türe(li)- aynı zamanda kanun, âdet, kanunla düzelmiş ve birlik kazanmış halk anlamlarına da gelir. Bu etimolojik anlamların dışında lügat anlamı ve/veya cins isim olarak “güçlü” ve “kuvvetli” anlamlarına da gelmektedir.
Bizans kaynaklarında Türk olarak belirtilen topluluklar şunlardır: Sabırlar (6. yy.), Hazarlar (9. yy.), Macarlar (9-11. yy.), Vardarlılar (11-14. yy.), Selçuklular, Mısır Türk Kölemen Devleti, Osmanlılar. Ayrıca 6. yy.da Orta Asya’ya “Turkia” (Türkiye) deniliyordu, 10. yy.da Hazar ve Macar ülkelerine ve arasına (Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar uzanan bölüme) Türkiye denilmiştir (Doğu Türkiye’de Hazarlar, Batı Türkiye’de Macarlar: Burada Türkiye adı adeta bir kıta gibi kullanılmıştır) ve nihayet 12. yy.dan itibaren de Anadolu’nun adı olarak anılagelmiştir. Ayrıca Mısır Kölemen Devleti topraklarına da Türkiye denildiği olmuştur.[6]
___________________
[6] Kafesoğlu, age., s. 21-25.
SİTE DİZİNİNDEKİ 283. KONU
TÜRKLERİN FİZİKİ DIŞ GÖRÜNÜMÜ NASILDIR?
Orta Çağ kaynaklarında Turan/Türk insanı şu şekilde lanse edilir: Beyaz tenli, koyu parlak gözlü, badem gözlü, değirmi yüzlü (ay yüzlü), endamlı, sağlam yapılı erkek ve kadın, güzel insan. (İran Edebiyatı’nda Türk sözü “Güzel İnsan” olarak kullanılmıştır.)[7]
___________________
[7] Gültepe, age., s. 36.
SİTE DİZİNİNDEKİ 284. KONU
MİTOLOJİ NEDİR?
Mitoloji, Yunanca mythos kelimesinden türemiştir.[8] Mit sözcüğü “efsane” anlamına gelen Fransızca “mythe”den türemiştir: “mythe” ise “anlatı, hikâye” anlamına gelen Eski Yunanca “mýthos”dan türemiştir: “mýthos” ise “öğretmek, anlatmak” anlamına gelen Eski Yunanca “myéō”dan türemiştir. Mitoloji sözcüğü “efsaneler manzumesi” anlamına gelen Fransızca “mythologie”den türemiştir: “mythologie” ise “efsane anlatımı” anlamına gelen Eski Yunanca “mythología”dan türemiştir.[9] Mitoloji Osmanlıca’da ustüre veya esatirdir. Günümüzde Türkçe-Osmanlı sözlüklerde anlamı “İlk çağlardaki insanların Tanrıları hakkındaki hikayeleri” ve “Masal, acayip hikayeler”dir. Türk Dil Kurumu’nda mit tanımı şöyledir: “Geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren; Tanrı, Tanrıça, evrenin doğuşuyla ilgili hayali, alegorik bir anlatımı olan halk hikayesi.” Mit, eski Kamus-i Türki de ise hurafeler olarak geçer. Mircea Eliade mit için, “Kutsal bir öyküdür, en eski zamanlardaki olaylardır, olağan üstü varlıkların başarılarının bir gerçek olarak yaşama geçmesidir” der.
Mitoloji, gerçekleri aklın alamayacağı bir biçimde yansıtır. Gelenek ve inançlar mitlerden gelir. Bin yıllar boyunca insanlar, mücadeleler-deneyimler yapar. Bunlar önce somut olarak dile-söze dökülür. Sonra soyutlaşır-gizemleşir. Evren ve her şey anlamlandırılmaya tabi tutulur. Mitoloji, milletlerin zafer ve acılarının anlatıldığı bir hatıra defteri gibidir. Mitolojide tarih yoktur. İlk dini sistemler ve ilk inanç metinleri mitolojidedir. Bunlar bireylerin değil toplumların şuuru sonucu oluşmuştur. (Türklük’ün en öz ve köklü kültürü Anadolu’dadır.)[8]
___________________
[8] Gültepe, age., s. 18-22.
[9] Sevan Nişanyan, “Mit”, Nişanyan Sözlük: Çağdaş Türkçe’nin Etimolojisi, 8 Ekim 2017, <http://www.nisanyansozluk.com/?k=mit> ve “Mitoloji”, 6 Ağustos 2017, <http://www.nisanyansozluk.com/?k=mitoloji&lnk=1> Erişimler: Haziran 2018.
SİTE DİZİNİNDEKİ 285. KONU
TÜRKLERİN MİTOLOJİLERİ NASILDI?
Türk Mitolojisi’ndeki eksiklik, Türklerin kendi bilgilerini erken dönemlerde yazıya geçirmemiş olmasıdır: Göçebe-Kopuk yaşamasıdır. Sibirya’dan Balkanlar’a, Suriye’ye kadar geniş bir alana yayılmaları, mitolojilerinin dağınık olma sebebidir. Türk Mitolojisi’nin (TM)’nin klasik / en erken çağı hakkında elde çok az veri vardır. Türklerin “dünya”ya bakış açıları farklıdır.
• TM’de (Antik) Mısır, Yunan, Hint mitolojilerinden farklı olarak Çoktanrıcılık inancı yoktur.
• Akılcıdır, eğlenceli değildir.
• Tanrı kavramı insani değildir.
• Türeyiş, koruyucu ruhlar, cin, şeytan vb. ögeler ağır basar.
• Metinler dağınıktır: TM’nin kaynakları özü/kökeni yabancı metinlerdedir.
Türk Mitlerinde/Destanlarında; ölüp-dirilme, dünyanın ve varlıkların yaratılması, Tanrılar ve yarı Tanrı varlıklar, kötü güç olan devler, ejderler vs. vardır. Bunların kendi aralarındaki ve insanlarla olan ilişkileri anlatılır. Kırgız (Manas) Destanı dışında bütünüyle günümüze ulaşmış bir Türk destanı yoktur. Diğerleri parça parça gelebilmişlerdir. Destanlar yazılı değildir, sözlüdür. Ağızdan ağza gelir. Destanlarda geçen toplumlar bir vücut halindedir ve bir kahraman muhakkak vardır: O, Alp mefhumunu teşkil eder.
Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz, doğar doğmaz konuşmuştur.[10] Bu; Kur’an’da, İsa’nın bebekken konuşması ile benzerdir: Kur’an’daki Benzerliği-Analizi: Meryem 28 …Meryem… 29-30 Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: “Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?” (İsa) Dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı.”[11][12] Türk Destanlarındaki ana karakter/kahraman olan “Alp” kişilerin birçoğu da doğar doğmaz konuşur. Alp’in yanında bir bilge kişi vardır. Bu kişi rüyalarla geleceği görür: Oğuz Kağan Destanı’nda bu kişi Uluğ Türk’tür[10] (Tevrat ve Kur’an’daki Benzerliği-Analizi: Kur’an’da Yusuf’un rüyaları yorumlayıp gerçekleşmesi[13] ile Tevrat’taki Yusuf’un ve diğer bazı peygamberlerin -ve hatta bazı normal insanların bile- rüyalarının gerçekleşmesi gibi[14]). Destanların yazarları/sahipleri anonimdir, halktır. Kuşaktan kuşağa “sözsel” olarak anlatılan bu hikayeler daha sonra yazıya aktarılır. Destanlar tarihi ve sosyal olayların “abartılı” bir biçimde anlatılmasıdır.
Destanların kökeni mitolojilerdir. Türk destanlarının çoğu; Çin, Arap, İran, Bizans ve Batı kaynaklarından bulunmuştur/çıkartılmıştır. Destanlardaki önemli bir husus, sembollerle anlatımdır. Dünya mitoloji ve inançlarında, semavi dinlerden (Musevilik, Hristiyanlık ve İslam’dan) önce, bir inisiyasyon yöntemi vardır. İnisiyasyon kişinin çeşitli eğitimlerden ve sınavlardan geçtiği bir süreçtir. İnisiyasyonda kişi hem dış dünyada hem de kendi içinde bir yolculuğa çıkar, sonucunda içindeki Tanrısal özü keşfe koyulur.[10] “Sınav dünyası” söylemi çoğu inançta görülür, örneğin: Budizm’de Hayat bir “sınav” ve “oyun”dur, cahiller bu oyuna düşer; kişi, derin düşünme hali olan yoga eşliğinde Öz’e kavuşmayı amaçlar.[15] Kur’an’daki Benzerliği-Analizi: Ankebut 64- “Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.” Görüşüme göre, Mitolojilerde tarihin tekerrür etmesi söz konusudur.
___________________
[10] Gültepe, age., s. 23-25, 39, 40, 47, 56, 57, 59-61.
[11] Tevrat ve Kur’an maddelerinin tamamı yazar tarafından eklenmiştir.
[12] “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı: Meal ve Sözlük”, Meali Hazırlayan: Ali Bulaç, Bakış Yayınları, İstanbul 1985. (Kur’an maddeleri buradan alınmıştır.) (Bu meal Milli Eğitim Bakanlığı’nın 18.11.1985 tarih ve 2199 sayılı Tebliğler Dergisi’nde tavsiye edilmiştir.) (Bu meali seçmemin nedeni diğerleri gibi “anlam tercümesi” olmayıp “kelimesi kelimesine” tercüme ettiği içindir: Diyanet İşleri Başkanlığı meali de dahil diğer çoğu mealde Kur’an’da olmayan sonradan eklenen ve sonradan eklenildiğini belirtmeyen -belirtse dahi bazını belirtip bazısını belirtmeyen- açıklama şeklindeki kelime, kelime grupları ve sözler vardır: Sonradan eklendiğini -veya sonradan eklenilen her şeyi- parantez içinde belirttiği için bu meali analizde daha uygun gördüm.)
[13] Bulaç, adı geçen meal, Kur’an, Yusuf 36, 41, 43-49. Ayrıca bu sitedeki maddeye bk. Kur’an, Sebe’ 8 (Ya da ‘Cinlenmiş mi?’ Gelecekle ilgili bilgileri cinlerden mi alıyor?).
[14] Bu sitedeki maddelere bk. Tevrat, Yaratılış, 35:23-26, 37:9, 41:38,41, 47:11 (Yusuf’un gördüğü bu rüya kendisini çekemeyen 12 kardeşinin daha sonra kendisini kabul etmesiyle gerçekleşir, ayrıca peygamber olması da bu rüyanın gerçekleştiği anlamına gelir: Yanı sıra -44:5- Yusuf şarap içtiği kaseden falcılık da yapıyordu). Mısır’dan Çıkış, 13:1-3,5. (Ayrıca yine Tevrat’ta falcılık, büyücü, medyum vs. vardır: Çölde Sayım, 22:6,7, 23:9,16,22,23, Yasa’nın Tekrarı, 18:10,11).
[15] Bu sitedeki yazıma bk. (Dizin 192).
SİTE DİZİNİNDEKİ 286. KONU
TÜRKLERİN EN ESKİ MİTİ / DESTANI: YARADILIŞ DESTANI
Türk Mitolojisi’nin en eski miti/destanı Yaradılış Destanı’dır (YD). Mitin tarih sahnesindeki oluşumunu ve tam çıkış tarihini belirleyebilmek çok zordur. Çünkü sözlü olarak ağızdan-ağza gelmiştir. Türklerin yazıya geç geçmesi de “en önemli” etkendir. YD’nin köken olarak çıkışı -Orta Asya’da- MÖ 1.000’den öncesine dayanır. Destan daha çok Şamanizm izlerini taşır.
Alp Er Tunga, MÖ 7. yy.da yaşamış bir Saka/İskit hükümdarıdır[16] (ama bu tartışmalıdır[17]). Alp Er Tunga Destanı, YD’den sonra bilinen en eski destan olduğu için, YD’nin çıkış tarihi MÖ 1.000’den öncesine uzanır. YD, Prof. W. Radloff (20. yy) ve Verbitskiy (19. yy) tarafından Altay Türkleri arasında derlenmiştir / sözelden yazıya geçirilmiştir. Sözel bir destanın, bu kadar geç tarihte yazıya geçirilmesi, onda, Türkler tarafından kabul edilen eski ve yeni dinlerin izlerini de taşımasına sebep olmuştur. Yani destanın bir kısmı dışarıdan gelenlerle değişmiştir veya eklemeler olmuştur.
Verbitskiy 30 yılı aşkın Altay Türkleri arasında yaşayıp YD derlemesini yazmıştır. Bu yüzden onun YD derlemesi daha sağlamdır. Şimdi bunun özetini -destansı bir tarzda- yazıyorum.
Gök ve yer yokken sonsuz bir deniz vardı. Tanrı “Ülgen” bunun üstünde uçuyordu ve konacak bir yer arıyordu ama bulamıyordu. Gökteki ona yardım etti ve denizden bir taş çıkardı, Ülgen de buna kondu ve rahatladı. Ülgen bir dünya yaratmak istiyordu ama yapamıyordu: Denizden çıkan Ak-Ana nasıl yapılacağını söyledi ve tekrar denize girdi. Sonrasında Ülgen yeri ve göğü yarattı.[16]
Tevrat’taki Benzerliği-Analizi: Yaratılış 1:1 Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. 2 Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. 6 Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” diye buyurdu. 7 Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. 8 Kubbeye “Gök” adını verdi. 9 Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün” diye buyurdu ve öyle oldu. 10 Kuru alana “Kara”, toplanan sulara “Deniz” adını verdi.[18] (YD ve Tevrat, bu hikayeyi Sümerler’deki her şeyden önce var olan ve her şeyin çıktığı/oluştuğu “En Eski İlksel Ulu Deniz/Su”dan almışlardır[19]: YD’deki -altta yazılı- diğer çoğu anlatım da bunun gibi Antik inançlardan alıntıdır: Önceki bölümlerde bunlar detaylıca anlatıldı, -uzunca- tekrarlamak gereksiz olur ama özette -[ ] işareti içinde- kısaca değinelim.)
YD derlemesinin destansı bir tarzda yazılan özetinin devamı… Dünyayı desteklemek ve sabitlemek için de etrafına dev balıklar yarattı. Bu balıklardan ortadaki hareket ettiğinde Tufan/Sel olmaktaydı, Ülgen balığın hareketini önlesin diye Mandı-Şira’yı yarattı ve rahatı seçerek gökteki Altın Dağı’na çekildi.[16] [Tanrıların, baş tanrının ve/veya tek tanrıların dağ / gök cisimleri / gök(yüzü) gibi yükseklikle ilişkilendirildiğini neredeyse tüm dini inançlarda görmekteyiz. Örneğin: Kur’an’daki Benzerliği-Analizi: Hadid 4 “Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O’dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir.”] Ülgen dünyayı 6 günde yarattı, 7. gün ise uyudu.[16] [Tanrının dünyayı 6 günde yaratıp, 7. gün dinlenmesi Tevrat ve Kur’an’da (↑) da geçer. Tevrat’taki Benzerliği-Analizi: Mısır’dan Çıkış 20:11 “Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim.”[20]] (Sonraki kısmı şu şekilde normal özet olarak yazıyorum: Başka dünyalar da bulunmaktadır, her dünyanın kendine ait cehennemi mevcuttur. Tanrıların bulunduğu dünya en büyük dünyadır, bizim -insanların- bulunduğu dünya ise en küçük dünyadır, 99 tane dünya bulunur.) Sonra Ülgen kilden insanı yarattı.[16] [Sümerler’den Kur’an’a çoğu dinde insan kilden yaratılır.[21]] İlk insanın adı Erlik idi. Ülgen, Erlik’i kardeşi yaptı. Erlik, Ülgen gibi bir Tanrı olmak istedi onu kıskandı, hırs yaptı ve nefsine yenik düşerek onun düşmanı oldu. Ülgen de Erlik’in yerine, insanları korumak için Mandı-Şire’yi yarattı. Sonra kemikleri kamıştan, etleri topraktan 7 kişi yarattı: Kulaklarına nefesini üfledi ruhlarına can geldi, burunlarına yine üfledi ruhlarına akıl geldi. En sonunda ise insanoğlunu idare edip düzenlemesi için May-Tere’yi yarattı ve insanların başına Han/Başkan olarak yerleştirdi.[16] [Tanrının nefesinden/ruhundan üflemesiyle insana can gelmesi anlatımı Sümerler’den Kur’an’a çoğu dinde mevcuttur.[21] Görüşüme göre buradaki Erlik ≅ Şeytan/Kötülük, Şire ≅ Melek(ler)/İyilik ve Tere ise ≅ peygamber’dir.]
___________________
[16] Gültepe, age., s. 67-76, 97.
[17] Kafesoğlu, age., s. 15-17.
[18] “Kutsal Kitap: Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil)”, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yayınları, Yeni Çeviri, İstanbul 2001-2009, <https://incil.info/kitaplistesi> veya <https://www.kitabimukaddes.com/kutsal-kitap-hakkinda-bilgilendirme-ve-tam-metni/> Erişim(ler): 2011-2018. (Tevrat maddeleri buradan alınmıştır.)
[19] Bu sitedeki yazılarıma bk. (Dizin 164, 165, 177).
[20] Bu sitedeki yazılarıma bk. (Dizin 157, 180): Kadim/Antik Mezopotamya’da tufanın 6 gün sürmesi, Gılgamiş’ın 6 gün uyumama isteği, Marduk’un her yıl 6 ay yeryüzüne çıkması, Tevrat, İncil ve Kur’an’da dünyanın 6 günde yaratılması; bize inançlardaki “6” rakamının önemini gösterir.
[21] Bu sitedeki yazıma bk. (Dizin 155).