Bir insan dikkatini uzaktaki canlı veya cansız bir nesneye yönelttiğinde o bundan etkilenir. Nesnelerin genel davranışları değişir, örneğin, atılan zarlar rastgele düşmez, elektronik devreler tuhaf bir biçimde hareket eder ve etkilenen insanın sinir sistemi değişir. Peki ya bir insan değil de on veya milyarlarca insan aynı şeye odaklanırsa ne olur? Dünyada geniş çaplı bir etki yaratır. Hatta hava şartları bile bundan etkilenebilir.
Nörologlar için şuur, beyindeki 100 milyar nöron/sinir hücresi arasındaki bağlantılardan ve karmaşık bilgi değişimlerinden ortaya çıkar. Dünyadaki bütün insanların zihin bağlantıları ve bilgi değişimleri, dünyanın küresel bir zihne sahip olduğu anlamına gelebilir. (Şuur: Bilinç. İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği. Temel bilgi, temel görüş. Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci. Akıl: Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us. Düşünce: Dış dünyanın insan zihnine yansıması. Beyin: Duyum ve bilinç merkezlerinin bulunduğu organ. Türk Dil Kurumu.)
“Alan Şuuru” hakkında 1995 ve 1996 yıllarında çeşitli deneyler yapılmıştır. Princeton Üniversitesinden Doktor Roger Nelson’un öncülüğünü yaptığı, Amsterdam Üni.’nden Dick Bierman’ın deney tekrarlarını yaptığı ve başka ilgili kişilerin yer aldığı bir dizi deney yapılmıştır. (Deneylerde çalışan Dr. D. Radin bu deneyleri “Bilinmeyen Gücümüz” adlı kitabında yazmıştır. bk. kaynak kısmı) Deneyler, bir düzine insan veya TV’de canlı yayın izleyen milyarlarca insan üzerinde yapılmıştır. Sonuç, farklı sayıdaki insan grupları, fiziksel dünyayı değişik yollarla etkileyebilir, olmuştur ve tüm canlılar arasında şuursal bir bağlantının olabileceği görülmüştür.[7]
Alan kavramını inceleyecek olursak, evrenimizde yerçekimi, elektromanyetik gibi fizik alanları mevcuttur. Bu güçler görünmeyen gizemli yollarla nesneleri etkiler gibi görünmektedir. Fizikçiler, enerjileri ileten aracılar olmadan, uzaktan etkinin olanaksız olduğunu düşünüp, bu güçlerin, enerji paketleri –parçacık- alışverişi yaparak nesneler üzerinde etkide bulunduklarını varsaydılar. Fizikteki -ya da evrendeki- 4 temel kuvvet, kütleçekimi -yerçekimi-, elektromanyetik, güçlü nükleer ve zayıf nükleer kuvvettir. Bunlar fizik kanunlarına ters düşmeyen alanlardır. Ancak kuantum alanları fizik kanunlarına ters düşer. Onlar, fiziksel olarak mevcut değillerdir, parçacıklar için rastgele olasılıklar belirlerler ve uzayzamanın olağan sınırlarının dışındadır. Bu alanların uzayzamanda belirli bir konumu yoktur, değişken konumdadırlar, bir alandaki değişim ışık hızından öte -anında- diğer alanda da bir değişim yaratır.
Alan şuurunun kökenleri -mö 800’ler Upanişad yazıtları- Hinduizm’deki mutlak ben olan “Brahma” tanrısına kadar uzanır. Bilimsel olarak şuurun alan olduğu görüşü 1890’larda başlar. Alan şuuru düşüncesi, uzayzamanda her yana yayılan, yerel olmayan bir sürekliliği ileri sürmektedir. Stresli bireyler, diğer insanların düşünce ve hareketlerini etkileyen evrensel bir stres atmosferi oluşturabilir.
Şuur; bireyin ötesine uzanabilen, olayların olup-olmamasını etkileyebilen ve evrensel sisteme az veya çok etki yapabilen -düzen enjekte eden- bir olgu olabilir. Bireysel şuur dalgalıdır, dikkatin yoğunlaşmasıyla düzenlenebilir. Birden çok insan yani grup şuuru, bir nesneye odaklanırsa o güçlenir. Grup şuuru; psikolojik, fizyolojik ve çevresel unsurlarla değişebilir. Her nesne şuura yanıt verir. Kaya gibi cansız nesnelerden tutun da insanlar, atılan zarlar vb. her fiziksel sistem bireysel ya da grup şuuruna -yaptığı hareketlerle- cevap verir. Grup zihninin yoğunlaşıp odaklanması güçlü ise düzenleme gücü de yüksektir. Burada anlatılan “Zihin nasıl hareket ederse madde de öyle hareket eder” konusudur. Şuur -birçok değişkenle birlikte- maddeyi az veya çok etkiler.[7]
Deneylere gelecek olursak, bir grubun dikkatini bir fiziksel sisteme yoğunlaştırmasıyla o sistemde ve çevresinde meydana gelen değişikler neler olacaktır? Sorusunu arayacağız.
Mart 1995 ile Temmuz 1996 arasında beş farklı Alan Şuuru deneyi yapıldı. (Üstteki 4. paragrafta kimlerin bu deneyleri yaptığını yazdım.)
1. Bir düzine denekle yapılan kişisel gelişim atölye çalışması (Mart 1995).
2. Tahminen 1 milyar kişinin izlediği, 67. Oskar Ödülü Töreni canlı yayını (Mart 1995).
3. 40 kişinin katıldığı Las Vegas Kumarhanesindeki bir komedi gösterisi (Eylül 1995).
4. 500 milyon insanın izlediği O.J. Simpson davasının karar duyurusu (Ekim 1995).
5. Yaklaşık 3 milyar kişinin izlediği, Olimpiyat Oyunlarının Açılış Töreni (Temmuz 1996).
Rastgele Sayı Üreticisi (RSÜ); bir madeni parayı havaya atıp yazı veya tura gelmesini sağlarız, RSÜ ise rastgele 0 veya 1 veren elektronik bir devredir. RSÜ’nün zihin ile bağlantılı olduğu düşünülür. Kişi, RSÜ’den daha çok 0 veya 1 üretmesini düşünürse –talimat verirse- o da şans faktörünün -%50’nin- üstünde daha çok 0 veya 1 üretirse, kişinin zihni maddeyi etkilemiş olur. Yapılan deneyler bu şekilde zihnin maddeyi etkilediğini doğrulamıştır. RSÜ’nün amacı; fiziksel düzendeki dalgalanmaları ölçmektir yani şuurun canlı veya cansız maddeler üzerindeki etkisini ölçmektir. Peki, bu etki nedir? Bu etki herhangi bir türdeki maddenin hareketlerine az veya çok yansımaktadır. Yani maddedeki dalgalanmalar, maddelerin hareketleri ve tabiatları değişmektedir.
Yukarıdaki 8 deneyde RSÜ kullanılmıştır. Grup şuuru dikkatini bir yöne yöneltmediği zaman RSÜ değerleri ortalaması standart iken yönelttiğinde değişmektedir.
1. Deney: Bir düzine denekle yapılan kişisel gelişim atölye çalışması (Mart 1995). Aşağıdaki iki farklı deney ayrı ayrı 7 saat süreyle yapılmıştır. RSÜ, her saniyede 400 tane rastgele 0 veya 1 çıkartmaktadır. Kimsenin olmadığı sessiz bir odada çalıştırılan RSÜ’nün verdiği 0-1 sayı dizileri, %50 0 ve %50 1’e yakındır. Ancak 12 kişinin olduğu ve bunların düşüncelerinin bir şeye odaklanıldığı bir odada çalıştırılan RSÜ’nün verdiği sonuçlar 0 veya 1’in gelmesinin %55’e yakın olduğunu göstermiştir. İnsanın bulunduğu deneyde, ya 0 ya da 1 ard arda veya karışık olarak diziler halinde daha fazla gelmiştir. Sessiz -düşüncesiz- odada çalıştırılan RSÜ sonuçları -0 ve 1 gelmesi yaklaşık %50 ihtimale yakın olarak- standart olarak 1’de 1 veya 2’de 1 olasılıkla çıkmıştır ancak insanlı -düşünceli- odadaki RSÜ’den çıkan sonuç 1000’de 1 olasılığa kadar yükselebilmiştir. (Düzen arttıkça şans eseri oluşma olasılığı azalır.) Yani grup şuuru -zihni- RSÜ’ye düzen yöneltmiştir ya da şuur maddeyi etkilemiştir -bir düzene sokmuştur-.
2. Deney: Tahminen 1 milyar kişinin izlediği, 67. Oskar Ödülü Töreni canlı yayını (Mart 1995). Yayının her dakikası kayıt edildi. Her dakika için, seyircinin ilgisini mi çekiyor -yüksek ilgi- yoksa sıkıcı mı geliyor -düşük ilgi- belirlendi. Kitle şuurunun yerel olmamasının test edilmesi için aralarında 36 km bulunan 2 tane RSÜ kullanıldı ve çalıştırıldı. (Bu deney ABD’de oluyor.) Programda yüksek ilgi sırasında, 2 RSÜ’de aynı anda düzene girmeliydi ve girdi de. Sonuç; 4 saatlik süren programda, seyircilerin ilgisini çeken anlarda, örneğin “…ve en iyi filmde kazanan…” gibi anlarda, RSÜ ibresi, 100’de 1 ve 1000’de 1 aralıklarında olasılığa ulaşarak düzene girdi. Düşük ilgi anlarında ise, reklamlarda veya sıkıcı şeylerde 1’de 1 ile 10’da 1 arasında oldu. Program bittikten sonraki 4 saatlik dilimde kayıt edildi, sonuç; her iki RSÜ de 1’de 1 ve 2’de 1 oldu. Yani kitle şuuru arttıkça, fiziksel düzende dalgalanma da arttı, başarısına ulaşıldı.
3. Deney: 40 kişinin katıldığı Las Vegas Kumarhanesindeki bir komedi gösterisi (Eylül 1995). 80 dakikalık gösteride, orada kurulan RSÜ, seyircinin güldüğü anlarda fırladı -100’de 1’e (%1’e) kadar çıktı-. Gülmediği düşük ilgi anlarında ise 2’de 1 dolaylarında seyretti. Gösterinin başlangıç anında RSÜ 1000’de 1’e kadar yükseldi çünkü “acaba nasıl olacak, neler yapılacak” gibi düşünceler burada ibreyi yükseltti.
4. Deney: 500 milyon insanın izlediği O.J. Simpson davasının karar duyurusu (Ekim 1995). ABD tarihinin en meşhur cinayet davalarından biriydi, dünya çapında izlendi. Bu program sırasında, Avrupa’da ve Amerika’da toplam 5 RSÜ çalıştırıldı. Beklenen oldu ve hepsinde de aynı sonuç meydana geldi. Davanın kararının yayını 1 saat kadar sürdü. RSÜ’ler yayından önce, yayında ve yayından sonra olarak 2 saat çalıştırıldı. Sonuç; yayından önce 1’de 1, yayının başladığı an 500’de 1, kararın açıklanmasına kadar giderek düşüp 1’de 1 e düşme, kararın açıklandığı sırada 600’de 1’e ulaşma, karardan son yayının bitmesi ile 1’de 1’e düşme görüldü. Farklı kıtalardaki 5 RSÜ’nün aynı sonuçları vermesi, alan şuurunun yerel olmadığını yani zamansız ve mekânsız her yerde anında olabileceğini göstermiştir.
5. Deney: Yaklaşık 3 milyar kişinin izlediği, Olimpiyat Oyunlarının Açılış Töreni (Temmuz 1996). Deney; açılış öncesi, sırasında ve sonrasında, 2 bağımsız RSÜ ile yapıldı. 5 saatlik açılış töreni, durmadan keyifli gösteriler sergilendiğinden dolayı her dakika yüksek ilgiyle izlenilmektedir. Tören sonu, diğer 5 saatlik dilim ise normal olarak düşük ilgidir. Tören öncesi değer; 1’de 1 ile 10’da 1 arasıdır, tören sırasında değer; 10’da 1 ile 5000’de 1 arasında olmuştur, tören sonrası saatlerde ise değer; 1’de 1’e kadar tekrar gerilemiştir. (5000’de 1’e kadar çıkan değer, 3 milyar zihnin etkisidir, bu da demek olur ki; ne kadar çok grup şuuru o kadar çok etki.)
Bunların dışında, Prof. Psikolog D. Bierman, Psikolog R. Nelson ve Psikiyatr R. Blasband 12 benzer alan şuuru deneyi yaptılar. Sonuçlar değişmedi. Alan şuuru etkisi, herhangi bir türden fiziksel sisteme düzen getirmektedir, sonucu çıktı.
Her sene açık havada binlerce kişiyle yapılan Princeton Üniversitesi mezuniyet törenlerinin günleri için son 30 yıllık hava durumlarına bakıldı ve o günlerde çok az yağmur yağdığı tespit edildi. İşin ilginç yanı hava durumuna göre yağmur yağması beklenirken o alana yağmur yağmıyor fakat etrafına -diğer köylere ve şehirlere- yağıyordu. Belki de “bugün tören var yağmur yağmamasını dilerim” niyeti/isteği, kitle alan şuurunu doğurup o da hava koşullarını etkiliyor olabilirdi. 30 yıllık verilere göre, tören önceki ve sonraki günde, tören gününe göre daha fazla yağmur yağdığı tespit edildi. Törenin etrafındaki şehirlerde, tören günü, %33’lük yağmur yağma ortalaması varken, Princeton’da bu %28 bulundu. Bunun şans eseri oluşma olasılığı 20’de 1’dir. (Ayrıca 1962’de Princeton’da şiddetli yağış varken, tören alanına yağmur yağmadı.)
Fizikçi V. Mansfield’in de dediği gibi, zihin ve madde arasındaki karşılıklı bağlantılar, bu parçaların bağımsız varlığından daha temel ve gerçek olabilir.
Sonuç: Deneyler, zihin ile madde arasındaki ortak bağın “düzen” olduğunu söylemektedir. Zihindeki düzen, dikkati verme; maddedeki düzen ise rastgelelilikteki azalma ile ilişkilidir. Dikkatin yoğunlaştırıldığı nesne ve ölçüm aletleri önemli değildir, önemli olan kitle şuurunun varlığı ve dışarıya etkisidir. Alan şuuru zamansız ve mekânsız gibi gözükmektedir. (Düşünce gücünüzle zaman ve mekân ötesi olarak anında İstanbul’da ya da Mars’ta olabileceğinizi düşünün.Yazardan nottur) Zihin ile madde arasında kolektif bir uyum, “neden-sonuç” ilişkisine dayanmayan zaman içinde “eşzamanlı anlamlı tesadüfler” var gibi gözükmektedir. (Etraftaki her şeyin, evrenin enerji bütünlüğünün farklı formları olduğunu düşündüğümüzde bu anlamlı gelir.Yazardan nottur) Bireysel zihinler, “evrensel büyük şuura” katılıyor ya da onun parçaları olabilirler. Milyarlarca insan aynı anda aynı şeyi düşündüğünde bu evrensel şuur harekete geçiyor ya da etki alanı büyüyor olabilir.[7]
Burası yazarın yorumudur: Dünyadaki şiddetler, savaşlar ve kötü olaylar; diğer bir takım insanların “kötü düşünmesi” ya da kötü niyetli olması sonucu oluyor olabilir. Onlardan yayılan şuursal alanlarla, bir insan diğerini bıçaklıyor olabilir. İyilik adına bunun tersi de doğrudur. Hitler’in acımasızlığı veya Gandhi’nin barışçıllığı, diğer insanların düşüncelerinden dolayı başarıya ulaşmış olabilir. 1. ve 2. Dünya Savaşları, Fransız İhtilali, Milliyetçilik Akımları, Devrimler, Dinlerin yayılması gibi dünya çapı olaylardan tutun da 100 kişilik bir gösteri yürüyüşü, kitlesel şuurun yayılması sonucu olmuş olabilir. Hatta selfie çekimleri, Kore gangam style dansı vb. bile bu etkinin yayılmasıdır belkide. Kâinattaki her parçacığın, atomun, salınımın, alanın, enerjilerin ve kuvvetlerin birbirini etkilediği fizik biliminde ispatlanmıştır. Zihnin, canlı veya cansız diğer her şeyi etkilemesi veya diğer her şeyin zihni etkilemesi de su götürmez bir gerçektir. Kâinattaki karşılıklı bu etkiler, atılan taşın gölde halka halinde yayılması gibidir adeta.