Proton, nötron, elektron vs. evrendeki atom altı parçacıklardır. Bunlar sabit bir noktada bulunmazlar. Örneğin elektron ölçüldüğünde, yani yeri tespit edilmeye çalışıldığında her defasında birbirinden farklı yerlerde bulunur. Bunun sebebi onun dalga özelliği göstermesidir. Elektron olasılık dalgasına sahiptir. Bu olasılık dalgası da bütün evrene yayılmıştır. Herhangi bir elektronun, ölçüldüğünde bir “alan” içerisinde bulunma olasılığı daha fazladır. Yani -örneğin- onu 100 kere ölçtüğümüzde o, 60-90 kez bu alan içinde farklı noktalarda bulunacaktır. Ama başka bir gezegende, hatta başka bir galakside ve hatta evrenin ucunda da bulunabilir. Bu durum proton, nötron vs. de dâhil, evrenin tüm parçacıkları (ve bileşenleri) için geçerlidir. Kuantumda evrenimiz “olasılıklar”dan ibarettir. Parçacıklar ölçüldüğünde her seferinde bir şurada, bir burada bulunurlar. Yani her ölçümde farklı yerlerde ortaya çıkarlar. Bunu da olasılık dalgası ile “rastgele” yaparlar. Laboratuvar ortamında çeşitli enerjiler göndererek yaptığımız ölçüm anında evrene yayılmış olan olasılık dalgası eş anlı olarak bir noktaya çöker ve biz de işte parçacık burada deriz. Bu nokta dışında parçacığın başka bir yerde bulunma ihtimali sıfırdır.
Elektronun (parçacıkların) normalde (gerçekte) bir konumu yoktur (gerçek olan belirsiz olmasıdır). Ölçüm anında (ki parçacıklar evrende durmadan çöker, bu belirmelerle) rastgele bir konumu oluşur. Bu konum da “sezgisel” bir konumdur. Bu sezgisel konumu da ölçüm işleminin kendisi oluşturur (yaratır).[1] (Bunu şöyle açıklamak gerekirse bir şeyi algılamaya çalıştığımız zaman vardır, çalışmadığımız zaman yoktur. Kısacası diyebilirim ki, belirsizliğin madde veya enerji olarak parçacıklar formunda çöküp belirir olması yani gördüğümüz ve içinde yaşadığımız şey, “var” olduğumuz şey, yani bu evren “belirsizliğin rüyası” gibi bir “şey”.)
Kuantum fiziğinde parçacıkların herhangi bir geçmişi, şimdisi veya geleceği yoktur. Ölçüm yani gözlem yapıldığı zaman olasılık dalgası bir noktaya çöker ve bu noktada parçacık görülür. Evrenin her yerini kapsayan bir dalga, yani tedirgin bir belirsizlik hâlindeki sis bulutu olan dalga, parçacığa dönüşür. Bu sadece ölçüm anında olur, öncesinde ve sonrasında parçacığın ne bir geçmişi ne de bir geleceği vardır, çünkü ortada parçacık yoktur, sadece dalga vardır. Bu dalga da gözlemlenemez. Kuantum mekaniğinde ölçülen “şimdi” ise “sezgisel, hayalî, kaygan bir sözde şimdi”dir. Bahsettiğimiz olasılık dalgası (dalga fonksiyonu) bir alan formundadır, bu alan, parçacık olarak nerede daha fazla çöküyorsa orada daha fazla çöker, bu alan, bu daha fazla çöktüğü yerlerin dışında (bağlı olup onu oluşturduğu araba, insan, tabak gibi büyüklükteki alanının dışında kalan alanlarda) çökme ihtimali giderek azalır, kısa mesafeler içinde sıfıra yaklaşır, mesafe arttıkça sıfıra daha çok yaklaşır, ama hiçbir zaman “sıfır olmaz” ve bu mesafe (alan) da evrenin tamamıdır.
Richard Phillips Feynman’ın (1918-1988) “geçmişler üzerinden toplama” yaklaşımına bakalım. Parçacıkların görünür hâle gelmesi, tüm olası geçmişlerinin toplamının özel bir ortalamasıdır (karışımıdır, birleşimidir). Ölçme anından önce dalga şeklinde belirsiz olarak aynı anda heryerde bulunabilme olan bu olası geçmişlerden birisi ayrılır, bu noktada parçacık görülür. Yani çökme, tüm olası yolların ortalamasıdır. Bir cisim ne kadar büyükse ortalama alma işlemi de o kadar kolaylaşır, baskınlaşır, netleşir, bu yüzden kalem orada durur, Ay orada o şekilde ilerler, hareket ettirdiğimiz cisim o yerde, o yönde ilerler vs.; bir cisim ne kadar küçükse ortalama alma işlemi de o kadar zorlaşır, bulanıklaşır, bu yüzden parçacıklar farklı yerlerde belirir. Böylece klasik fizik, şimdiki zamanın tek bir geçmişi olduğunu düşünmeye meyilliyken (eğilimliyken) bu kavram kuantumda tam tersidir.[2]
Kaynaklar
[1] age., s. 104-116, 144,145.
[2] age., s. 120, 121, 146, 147, 157, 217-234, 237, 244, 245, 256, 311, 600, 603, 610, 611, 637. (252. sonnot da dâhil)