Sicim Kuramı
Brian Greene en önemli sicim kuramcılarından biridir (Sicim: string, tel, ilmek). Sicim kuramının geliştirilmiş hâli Süpersicim kuramıdır, Süpersicim kuramının geliştirilmiş hâli ise M-kuramıdır. Şimdi, bunların tek tek ne demek olduğunu Brian Greene’den öğrenelim.
Kuantum belirsizliği -Higgs alanı, 4 temel kuvvet alanları vs.- tüm alanlar için geçerlidir, bu yüzden uzay, bu alan titrenimleriyle doludur. Boş uzay dediğimiz yerde bir alanın değeri sıfırsa alanın değişim hızı tümüyle rastgele olur, yani sıfır olmaz, bir sonraki anda alanın değeri sıfırdan farklı rastgele bir değer alabilir; alanın değişim hızı sıfırsa alanın değeri tümüyle rastgele olur, yani sıfır olmaz, bir sonraki anda alanın değişim hızı sıfırdan farklı rastgele bir değişim hızı alabilir. Mikroskopik ölçeklerde -kuantumda- gerçekleşen bu duruma “boşluk titrenimleri” denir. Bu bağlamda evrende -sezgisel bir boşluk veya- hiçbir şeyin olmadığı bir hiçlik yoktur. Makrodan bakınca “boş”muş gibi görürüz, ama yakınlaştıkça boş olmadığını anlarız.
Fizikçi Hendrik Brugt G. Casimir (1909-2000), boş bir bölgeye -elektrik yüksüz, sıradan, küçücük, iskambil kâğıdı gibi- iki tane metal plaka yerleştirdi, elektromanyetik alan, plakaların dışında daha çok, arasında daha az titrenimleniyordu, kuantum alan titrenimlerinin çok olduğu yerlerde basınç daha çok, az olduğu yerlerde ise daha az olduğundan plakaların birbirine doğru çekildiğini fark etti. Anladığınızı düşünüyorum, ortada bariz hiçbir şey yok ama birbirlerine doğru çekiliyorlar, bunu da kuantum alan titrenimleri yapıyor. Buna “Casimir kuvveti” denir.
Kütle çekimi alanları uzayı eğer-büker, böylelikle uzay-zamanın şekli bu alanlar tarafından belirlenir ya da bu şekiller bu alanla aynı anlama gelir. Makrodan baktığımızda pürüzsüz-sakin gibi görünse de Belirsizlik ilkesinden dolayı titrenimlerle bunlar -evren- mikroda fokur fokur kaynar.
Genel görelilik ile kuantum mekaniğinin aynı anda doğru olması imkânsızdır, bunlar aynı anda, ayrı ayrı olarak doğru olamaz. Genel görelilikle kuantum mekaniği denklemleri birleştirilmeye çalışıldığı zaman sonuç, sonsuzluk, sonsuza giden bir abeslikteki sonuçsuzluktur. Kuantum molekül ve altını, Genel görelilik üstünü ilgilendirir. Bu iki kuramın birleşmesinin önemini gösteren fazlaca örnek vardır. Örneğin “evrenin başlangıcı” nedir? Evreni geriye sararsak -tohum evren- Planck uzunluğuna yaklaştıkça küçülür, büzülür, ısınır, yoğunlaşır, evrenin bu ilk anlarında denklemler çöker. Örneğin, -uzayda bir konum değil de zamanda bir konum olan- kara deliğin devasa kütlesinin tamamının bulunduğu sözde merkezi kuantumsaldır, devasa kütle çekimi Genel göreliliği, bunun bir “noktaya sıkışması” da kuantumu ilgilendirir.
Fizikçilerin çoğu “Süpersicim kuramı”nın Genel görelilikle kuantum mekaniğini başarılı bir şekilde birleştirdiğini düşünür. Tüm “kuvvetlerin ve maddenin tam anlamıyla” birleştiği bir kuramdır. Süpersicim kuramı, Sicim kuramının geliştirilmiş hâlidir.
Günümüzde bilinen, kabul edilen klasik kurama -modele- göre kuarklar, elektronlar vs. tüm parçacıklar, uzaysal boyutları olmayan “nokta”dırlar, yani bir parçacığın aslında 3 boyutu [genişlik (en), uzunluk (boy), derinlik (kalınlık)] yoktur, sıfır boyutludur, dolayısıyla bundan sonra araştırılacak bir şey de kalmamış olur. Ama Sicim kuramında ise her parçacık “sicim” adı verilen, sadece uzunluğu olan (10-33 cm veya 10-35 metre ki bu Planck uzunluğudur), titrenim gösteren -titreşen- bir enerji iplikçiğidir. Sicimler tek (1) boyutlu varlıklardır. Sicim kuramınının ilk tohumları 1968’de atıldı, 1984’e kadar da -zaman içinde- oluşturularak geliştirildi, isimler tarih sırasına göre şunlardır: Gabriele Veneziano (d. 1942), Leonard Susskind (d. 1940), Holger Bech Nielsen (d. 1941), Yoichiro Nambu (1921-2015), John Henry Schwarz (d. 1941), Joël Scherk (1946-1980), Michael Boris Green (d. 1946).[1]
“Bir atomu bilinen [gözlemleyebildiğimiz] evren boyutunda [büyüklüğünde] büyütecek olsaydık Planck uzunluğu, ortalama bir ağacın uzunluğuna ancak eşit olurdu.”, ama bu, sadece, biz insanların bu uzunluğa göre devasa büyüklüklerde evrimleşegelip bunları anlayabildiği zihinleri için sadece sözde verilmiş bir ifadedir, çünkü kuantumun şiddeti, büyükten küçüğe doğru gidildiğinde artar ya da küçükten büyüğe doğru gidildiğinde azalır -ama hiçbir zaman, hiçbir yerde sıfır olamaz-, bu yüzden Planck uzunluğunda çok şiddetli kuantum geçerli olduğundan burası için verilebilecek bir büyüklük tanımlaması da sözde olacaktır. Bu ağaç örneklendirmesi -yine de- şu an için zihninizde bir bilgi olarak kalsın, ama bunun sözde bir ifade olduğunu da unutmayın. Buraya ve buradan daha ötelerine ve hatta ötesizliğe bile ileriki kısımlarda tek tek değineceğiz, şimdi konuya devam edelim.[2]
Standart Model’de evrenin temel yapı taşları parçacıklardır, ama Sicim kuramında evrenin sadece 1 temel yapı taşı vardır, o da “sicim”dir. Sicimin farklı titrenimleri, farklı parçacıkları oluşturur: Sicimdeki bu farklı titrenim desenleri, -bir mecaz, metafor, alegori olarak- bir keman telinin farklı titrenimlerinin farklı sesler -notalar- çıkarmasına benzetilebilir (Önceden kuantumda bahsettiğimiz “girişim desen”lerini hatırlayın, bundan sonra “titrenim deseni” dendiğinde de onunla bağlam kurun.). Sicimdeki farklı titrenim desenleri “özel [farklı] bir kütle, özel bir elektrik yükü, özel bir spin vb.” üretir: Böylelikle sicim, parçacık gibi bir görünüme bürünmüş olur ve bir parçacık türü diğerlerinden ayrılmış (gibi) olur. Sicim şu şekilde titreniyorsa aşağı kuark olur, bu şekilde titreniyorsa yukarı kuark olur, o şekilde titreniyorsa elektron olur vesaire. Aşağı kuark sicimi, yukarı kuark sicimi, elektron sicimi vs. diye bir şey yok. Tek bir sicim türü var. Bu sicimlerin farklı titrenimleriyle dolaylı olarak parçacıklar oluşagelir. Sicimler, Planck uzunluğunda, Planck zamanında titrenimlenir. Bu titrenimlerin kuantum titrenimleri olduğunu söylememe gerek yok, zaten biliyorsunuz.[3]
4 temel kuvvet, kendi (haberci) parçacıklarıyla -kuantum düzeyinde- iletilir. Sicim kuramı, bu haberci parçacıkları da (gluon, foton, graviton, W, Z) diğer parçacıkları açıkladığı gibi açıklar: Bunlar da sicimin farklı (özel) titrenim desenleridir. Şu hatırlatılmalıdır ki Standart Model’de kütle çekimi ve bunun parçacığı olan graviton yok sayılır, daha doğrusu bu modele kütle çekimi ve graviton bir türlü oturtulamamıştır. Burada kütle çekimine bir parantez açmak lazım. Kütle çekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvetin ∼1040da biridir, yani aşırı zayıf bir kuvvettir. Kütlesiz ve spini 2 olan, kütle çekim kuvvetinin graviton adlı parçacığı ve diğer tüm parçacıklar “sicim”in titrenimleriyle birebir uyumludur. Neden kütle çekim kuvveti bu kadar zayıftır, sorusunun cevabı, sicimin en küçük uzunluk olan Planck uzunluğunda olmasından dolayıdır. Sicim kuramı, tüm parçacıkların ve tüm kuvvetlerin birleşik bir tanımının yapıldığı, Genel görelilik -kütle çekimi- ve kuantum mekaniğinin birleştirildiği bir kuramdır. [Kuvvetlerin şiddetlerinin karşılaştırılması şu şekildedir: Güçlü kuvvetin şiddetine 10 dersek elektromanyetik kuvvet 10-2, zayıf kuvvet 10-3 ve kütle çekimi kuvveti 10-42 mertebesindedir, yani (ya da) güçlü kuvvetin şiddetine 1 dersek elektromanyetik kuvvetin şiddeti 10-1 olur (yani elektromanyetik kuvvetin şiddeti, güçlü kuvvetin şiddetinin onda biridir), zayıf kuvvetin şiddeti 10-2 olur (yani zayıf kuvvetin şiddeti, güçlü kuvvetin şiddetinin yüzde biridir), kütle çekimi kuvvetinin şiddeti ise 10-41 olur (yani kütle çekimi kuvvetinin şiddeti, güçlü kuvvetin şiddetinin 10 üssü 41’de biridir).][4]
Bir resmi, en küçük birim olan “piksel”ler oluşturur, Sicim kuramında ise bu, Planck uzunluğudur -ölçeğidir-. Eğer “sıfır boyut” yaklaşımı kabul edilseydi bu, Plank’ın altına inileceğinden, burada konuşmak “anlamsız” olurdu, yani burada Genel görelilikle kuantumu birleştirme girişimleri olanaksızlaşıp çökerdi. Dikkat, burası çok önemli! Örneğin Güneş’in Dünya’ya uyguladığı kütle çekimi, evrenin her yerinde, her zaman -kontrol edilemeyen, anlamsızca, anlam dışı, tam-süper belirsiz kuantum titrenimleri olarak- rastgele az veya daha çok bir çekimle ortaya anbean çıkıp onu-bunu çekerdi. Bu verdiğim örneğimi sıfır boyut bağlamında tüm parçacıklara, tüm kuvvetlere -alanlara- ve olası her oluşuma uygulayın -yine örneğime göre pencereden dışarı bakıyorsunuz ve kendinizin size baktığını görüyorsunuz gibi hareket, mekân, zaman vesaireye de uygulayın-, anlamsızlıktaki anlamsızlık gibi bir şey oluyor değil mi! İşte bu yüzden tüm parçacıkların, tüm kuvvet alanlarının (kısaca evrenin) en küçük çözünürlüğü Planck uzunluğundaki sicimlerdir, ulaşacağımız son budur, burada kuantum titrenimleri elbette çok şiddetli olarak vardır ama anlamsızca değil, yani bu titrenimler parçacık ve alanların ne olabileceğini sınırlayıp bize bunun hakkında bilgiler verir -ya da yani olasılık dalgasının nasıl, neden, ne zaman, nerede çöktüğünün belirlenemez olması diye önceden anlattığımız durum burada birleşerek belirginleşmeye evriliyor-, bu da bize Genel görelilikle kuantumun çatışmasını engelleyip birleştirilmelerini olanaklı kılıyor.[5]
Planck uzunluğu ve zamanını (ve sicimleri) bir insan beyni tam olarak hayal edemez ve bunun tam olarak bir benzetmesi yapılamaz. Planck uzunluğu, en küçük parçacıktan -aşırı bir biçimde- çok ama çok daha küçüktür. Uzayın –“iki nokta arasındaki uzaklığın”– ve zamanın –“iki an arasında geçen sürenin”– durmadan ikiye bölünmesi diye bir şey yok, bunlar sürekli değildirler; uzay ve zaman sicimler bağlamında, fiziksel gerçekliğin dışından kuantum sıçramaları eşliğinde bir süreksizlikle -akan bir biçimde değil, birbirini takip eden parçalar olarak- oluşagelir. Sicimler 1 boyutlu olduğu için hiçbir teknolojiyle, hiçbir şekilde görülemez (ama etkileri ölçülebilir) ve bu varlıkların küçüklüğü “bu sayfadaki yazıların yüz ışık yılı uzaktan okunmasına eş değerdir”.[6]
Standart Model, parçacıkların neden bu parçacıklar da başka parçacıklar olmadığını, parçacıkların neden o özelliklerini (elektrik yükü, kütle vs.) aldıklarını, kuvvetlerin neden o parçacıklar tarafından iletildiğini vs. açıklayamaz, ama Sicim kuramında bunlar –“sicimlerin titrenim desenleri tarafından belirlenir”– açıklanır. E=mc2den dolayı, titrenen sicimin enerjisi, parçacığın kütlesini belirler. Sicimin titrenimi (salınımı, rezonansı veya titreşimi) ne kadar hızlı ve şiddetliyse enerji de o kadar yüksek olacağından o sicimin oluşturduğu parçacığın kütlesi de o kadar fazla olur, ne kadar yavaş ve şiddetsizse enerji de o kadar düşük olacağından o sicimin oluşturduğu parçacığın kütlesi de o kadar az olur. Kütlesiz olan foton ya da graviton gibi parçacıklar ise olabileceği kadar -aşırı- yavaş ve şiddetsiz titrenen (sakin) sicimlerdir. Parçacıkların elektrik yükü, spin vs. özellikleri ise titrenimin daha karmaşık özellikleriyle ilgili olup matematiksel olmayan bir dille anlatılması zordur, ama bunlar da titrenim desenleri tarafından belirlendiği için ana fikir aynıdır. (Titrettin be bizi sicim!)[7]
Süpersicim Kuramı
Şimdi Sicim kuramının geliştirilmiş hâli olan “Süpersicim kuramı”na geçiyoruz. Bu kuramı geliştirenler: Pierre Ramond (d. 1943), John Henry Schwarz (d. 1941), André Neveu (d. 1946), Ferdinando Gliozzi (d. 1940), Joël Scherk (1946-1980), David Ian Olive (1937-2012), Michael Boris Green (d. 1946), Brian Randolph Greene (d. 1963), Eugenio Calabi (d. 1923), Shing-Tung Yau (d. 1949), Philip Candelas (d. 1951), Gary T. Horowitz (d. 1955), Andrew Eben Strominger (d. 1955), Edward Witten (d. 1951), Christopher (Chris) Michael Hull (d. 1957), Paul Kingsley Townsend (d. 1951), Ashoke Sen (d. 1956), Michael James Duff (d. 1949), Petr Hořava (d. 1963), David Robert Morrison (d. 1955), Paul Stephen Aspinwall (d. 1964), Cumrun Vafa (d. 1960), Robert Hans Brandenberger (d. 1956), Ergin Sezgin (d. 1953), Tekin Dereli (d. 1949) vd.
Titrenimlerde bir tane değil, iki tane spin değeri bulundu, “spin değerleri, birbirinden yarım birim farklı çiftler hâlinde ortaya” çıkıyordu, yani bir titrenim deseninde hem ½ hem de 0 spin vardı, başka bir titrenimde hem 1 hem de ½ spin vardı, vs. (Kuark, elektron, nötrino gibi madde parçacıklarının spini “½”dir, Higgs’in 0, foton-gluon-W-Z’nin 1, gravitonun 2’dir.) Yani sicimlerin titreniminde, bir titrenim deseni değil, 2 farklı spin içeren 2 farklı titrenim deseni vardı, buna da “süpersimetri”, “Süpersimetrik Sicim kuramı” veya “Süpersicim kuramı” denildi. Spini ½ olan elektronun, kuarkların ve nötrinoların sırasıyla süpersimetrik -eş, çift- parçacıkları, spini 0 olan “selektron, skuarklar, snötrinolar”dır -kısaca Standart Model’deki fermiyon grubundaki tüm parçacıklar ½ spinlidir ve bu fermiyon grubundaki tüm kuark ve lepton parçacıklarının tek tek 0 spinli süpereşleri vardır-: Spini 1 olan fotonun, gluonun, W-Z’nin ise spini ½ olan “fotino, gluino, wino, zino”dur. Süpersimetrik parçacıkların kütleleri eşlerinden çok daha fazladır. Karanlık madde sicimlerin farklı titrenimleridir ve -normal parçacıklarla etkileşime girmeyen ve her an içimizden geçen- bu süpersimetrik parçacıkların karanlık maddeyi oluşturduğu düşünülür.
“Sicim titrenimlerinin olası kütleleri… Planck kütlesinin katlarıdır … 0 kere Planck kütlesi, 1 kere Planck kütlesi, 2 kere Planck kütlesi, 3 kere Planck kütlesi vb. şeklinde gider ve bu da 0 kütleli sicim titrenimi dışındakilerin kütlelerinin çok büyük olduğunu gösterir.”. “Parçacık fiziğinin standartlarıyla Planck kütlesi çok [aşırı] büyüktür.”. Planck gerilimi ∼1039 tondur. Planck kütlesi, protonun kütlesinin ∼1019 katıdır ve “bilinen en büyük kütleli parçacık olan üst kuarkın” ∼1017, elektronun ∼1023 katıdır. (Planck kütlesi derken Planck enerjisi de demeye çalıştığımızı unutmayın.)
Ağır parçacıklar hemen bozunarak bildiğimiz hafif parçacıklara dönüşürler, “örneğin üst kuark ∼10-24 saniyede bozunur”. Bundan daha (aşırı) ağır parçacıklar, evrenin ilk(el) o sıcak zamanlarında, sicimlerin daha enerjili (kütleli) olan titrenim desenlerinden oluşmaktaydı, evren soğudukça bu durum da seyrekleşegeldi.[8]
Şimdi, gidişata burada bir ara verip “süpersimetri” hakkında bir şeyler söyleyeceğiz, sonra kaldığımız yerden devam edeceğiz. Süpersimetride “her bir fermiyon için bozonik bir süpereş ve her bir bozon için ise fermiyonik bir süpereş söz konusudur.” ve bu, bir uzay-zaman simetrisidir.
Bildiğimiz parçacıkların (Standart Model’deki parçacıkların) süpersimetride süpereşleri olan sparçacıklar nerededir, neden görünmüyorlar? Bunlar var da gözükmüyor değil, bildiğimiz -günümüz- koşullarında gerçekten de “yok”lar. Simetri kırındığı için yoklar. Eğer bildiğimiz parçacıkları tespit ettiğimiz enerji aralığında sparçacıklar da gözlemlenseydi o zaman süpersimetri diye bir şey olmazdı, gözlemlenmediği için süpersimetri var, kırındığı için var. Bildiğimiz parçacıklardan aşırı kütlelidirler, parçacık fiziğinde bir parçacığın kütlesi arttıkça kararsızlığı da o kadar artar ki sparçacıkları da bu yüzden o kadar kararsızdırlar ki ortaya çıkacak anı bile bulamazlar, bozunmuş bir hâldedirler. Süpersimetrik durumun tespiti için evrenin ilk anlarındaki aşırı koşulların ya da buna -uzak, orta- yakın koşulların sağlanması gerekir, ama bu koşulların yakın mı, yoksa uzak bir gelecekte mi sağlanabileceğine teknoloji karar verecek. Eğer sıcaklık aşırı arttırılırsa enerjisi -titreşimi- artan parçacıkların kendi sparçacıkları da oluşacaktır, böylelikle simetrinin sağlanmasıyla tüm parçacık ve sparçacıklar birbirini yok edecektir -pozitif enerji ve negatif enerji olan kütle ve kütle çekiminin birbirini götürmesi, sıfırlanması gibi düşünün-. Böyle bir durumda parçacık ve sparçacıkların kütleleri aynıdır ve ayar bağlaşım sabitleri de kuantum sayıları da birbirini yok edecek oranda aynıdır. Şu an bildiğimiz parçacıkların var olmasının sebebi, bu simetri kırındığı içindir. Buradaki simetri kırınımı, kendiliğinden simetri kırınımıdır, bu, kuantumsaldır, kendiliğinden derken, bir karpuzun kendiliğinden ikiye ayrılması diye algılamayın, Şişme sırasında evren genişleyip soğudukça kuantum titrenimlerinin değişmesine simetri kırınımı denir.
Parçacık denildiğinde bunları küre demir bir bilye, leblebi vs. gibi düşünmeyin, alan olarak düşünün, zaten kuarklar ve leptonlardan oluşup fermiyonlar denilen madde parçacıkları ile bozonlar denilen kuvvet parçacıkları aslında birer alandır, enerji alanıdır.
Kuarklar-skuarklar, leptonlar-sleptonlar (elektron-selektron, nötrinolar-snötrinolar vb.), foton-fotino, gluonlar-gluinolar, W-wino, Z-zino, graviton-gravitino ve Higgs-Higgsino süpersimetrik durumlardır (birinciler parçacık, ikinciler sparçacık) (gravitinonun spini 3∕2, Higgsinonun spini ½’dir). Evrenin ilk 10-43 ile 10-11 saniyesi arasında, sıcaklığının 1032den 1016 kelvine, enerjisinin 1019dan 103 GeV’e düştüğü ilk anlarında, birleşik hâlde bulunan tüm parçacık ve kuvvetlerin sırayla -kopa kopa, bozunarak, faz geçişleriyle, simetri kırınımlarıyla- oluşageldiğini işlemiştik, işte bahsettiğimiz süpersimetrik durumlar da bu bozunmalara ek olarak aynı anlarda bozunmuş oldu, yani evrenin ilk anlarında madde-anti madde yok edim sürecinden artakalan azıcık maddenin nedenliği, neliği sorusunu süpersimetri, süpersimetrinin kırınmasıyla oluştuğunu -ya da “sürekli” anbean bir simetri kırınımı olduğu için parçacıkların var olduğunu-, kırınmanın olmadığı süpersimetrik hâlde parçacık ve sparçacıkların birbirini yok edeceğini söyleyerek cevaplıyor. Başka bir ifadeyle, bildiğimiz parçacıkların kuantum dalgalanmaları pozitiftir, bunların süpersimetrik eşlerinin kuantum dalgalanmaları ise negatiftir, bu sayede bunlar birbirini götürür, iptal eder. Buradan da şu sonuç çıkar: Evrenin ilk anlarında gerçekleşen madde-anti madde (yani kuark-anti kuark) yok etme sürecinden artakalan azıcık maddenin de (yani ∼1010da 1’lik kalan kuarkların da) aslında süpersimetrik olarak birbirini götürdüğü, bu yüzden “madde” diye bir şeyin aslında olmadığı “bir kez daha” ortaya çıkar. (Şunun da söylenmesi gerekir: Varsayalım ki süpersimetri diye bir şey olmasın, madde-anti madde yok ediminde yine kuantumsal olarak bir simetri kırınımıyla -evrenimizi var eden- o azıcık -artakalan- madde yine de oluşacaktı, sonuçta simetri kırınımları, kuantumda hep aynı şeylerin ya da kesinliğin olmamasından, belirsizliğin olmasından ötürüdür.) Süpersimetrinin yaptığı şey -daha da ileri giderek- aslında şudur: Evreni evren yapan bildiğimiz tüm parçacıkların sparçacıkları birbirini yok eder, demiştik, yanı sıra, hatta graviton -kütle çekimi- bile yok oluyor ve hatta (buraya dikkat) Higgs bile yok oluyor, yok oluyor derken “kuantum hiçliği”nde veya “kuantum her şeyliği”nde kayboluyor ya da bunca şey kuantumdan oluşageliyor. Sonuçta evrenin ilk anlarında parçacık ve kuvvetlerin birleşik hâlde bulunması, madde-anti maddenin birbirini yok etmesi ve azıcık maddenin kalması, bu maddenin süpersimetrik durumu, tüm parçacık ve kuvvetlerin süpersimetrik durumu kuantumsaldır, kuantumun dansı gibidir.
LSP (en hafif süpersimetrik parçacıklar) denilen sparçacıkların bazılarının -bozunma zincirinin en sonunda yer alıp bozunma bozunmama arasında kalmış olarak- “dolaylı olarak etkisi” -kütle çekimi dışında etkileşime girmeyen, kalıntı- karanlık madde olarak kalmış, yansımış olabilir. Nötralino (wino ve zino karışımı) ve gravitino süpersimetrik parçacıklardan en hafif olanlarıdır “ve karanlık madde adayı parçacıklardır”.[9]
İnce ayar görüşünde evrenimizin -bir güç ya da bir şey tarafından- hesaplanarak (tasarlanarak) oluşturulduğuna inanılır, ama evrenimizin hesaplanarak (tasarlanarak) oluşturulması imkânsızdır, çünkü kuantum vs. bunu imkânsız hâle getirir: -CERN’de 30 yıldan fazla çalışma hayatı geçen ve hâlen orada görevli bulunan- Kerem Cankoçak’ın (d. 1961) ifade ettiği gibi, evrenimiz kesinlikle tasarlanamaz. Cankoçak şunları söylemektedir: “Tasarlanamaz bir evrende yaşıyoruz, o kesin. Hiçbir şekilde tasarlanamaz. (…) Bir evren… tasarlayamazsınız. …[bir evreni] istediğiniz bir şekilde… tasarlama imkânınızın olmadığını fizik ispatlıyor. (…) Kuantum fiziğine göre evren tasarlanamaz.”.[10]
Şimdi, Süpersicim kuramında kaldığımız yerden devam ediyoruz. Kütlesiz dediğimiz parçacıklar, sicimin titreniminin devamlı sıfırda kalamayacağından dolayı (kuantumdan dolayı), ama neredeyse sıfır olarak, aşırı nadir-zayıf olarak titrenimi bağlamında önemsiz bir düzeyde sıfırdan farklıdır, bu hiçbir parçacığın kütlesinin “mutlak sıfır” olamayacağı anlamına gelir, fakat neredeyse sıfır olduğundan sıfır kabul edilir, öyle ki bu, en düşük kütleli parçacıktan akıl almaz düzeyde daha düşük bir kütleye eş değerdir, dolayısıyla kütlesiz kabul edilir.[11]
Planck kütlesi ya da enerjisi, Planck gerilimindedir, Planck gerilimi ∼1039 tondur -Planck gerilimi kafanızı karıştırmasın, bu, bildiğiniz üzere kütle değildir, bu, dalga genliğidir, titreşim kapasitesidir ya da titreşimdir-. Planck kütlesi (∼10-5 gram), “yaklaşık olarak bir toz zerreciğinin” kütlesi kadardır. Sicimlerin titrenim enerjileri önceden dediğimiz gibi -parçacıklara göre- çok fazladır (Planck kütlesi ve katları), buradan oluşan parçacıkların aldığı kütleler, bu enerjinin ∼1015te veya “∼1017de 1 sapmayla Planck kütlesinin 0 katıdır”, yani parçacıkların kütleleri, Planck kütlesinin ∼1015 ile ∼1017 arasındaki bir değerin sadece 1’lik bir sapmasıyla oluşur (Sicimin parçacıkları oluşturup onlara verdiği kütle, sicimin titrenim enerjisinin neredeyse sıfırı kadardır.). Kütleli ve kütlesiz parçacıklar buradan gelir. Gravitonun da buradan gelmesi “kütle çekiminin de kuantum sicim kuramının bir parçası olmasını sağlar”.
Dikkat! Tüm parçacıklar ve kuvvetler sicim titrenimlerinden oluştuğu için Higgs alanı da sicim titrenimlerinden oluşur. Sicimler evrenin her noktasını doldurur, Higgs’in evreni doldurması, kütle çekiminin etki alanının sonsuz olması, kuantumdaki bize tuhaf gelen her türlü olgu vs. evrenin temel dokusunun -birbiriyle az veya çok, öyle ya da böyle etkileşim hâlinde olan- sicimlerle dolu -bir bütün gibi- olmasından kaynaklanır.
Süpersicim kuramına göre sicimlerin titrenimleri -titreşim biçimleri- sonsuz farklı olasılıklarda olabileceği için sonsuz sayıda olası farklı -kütleli- parçacık da (titrenim deseni de) vardır -olması gerekir- (Enerji, sıcaklık vs. gibi koşulların -yüksek ya da az veya arası gibi- farklı olduğu ortamlarda -evrenlerde- oluşagelen parçacıkların özellikleri de farklı olacaktır, bizim evrenimizin koşullarına göre evrenimizde -Standart Model’deki o- bildiğimiz parçacıklar oluşagelmiştir, ama şunu unutmayın, denilebilir ki, parçacıkların özellikleri dediğimiz şey sadece matematiksel birer tanımlamadır, insanların yaptığı bir isimlendirme ya da verdiği bir isimden ibarettir, insanların çocuklarına verdikleri isimler gibi.).
Süpersicim kuramına göre evrenin olabilmesi için 3 uzaysal boyut değil, 9 uzaysal boyut olması gerekir, zaman boyutu da katılırsa 10 uzay-zaman boyutlu bir evren kuramla matematiksel olarak tutarlı oluyor. 4 boyuttan 10 boyuta çıkan durum, 6 tane daha uzay boyutunu gerektiriyor -parçacıklar ile parçacıkların “etkileşimlerinin karmaşık simetrileri” vs. bunu gerektiriyor-.[12]
3 boyut; sola-sağa, ileri-geri ve aşağı-yukarı olan 3 yön veya eksendir: Bir hareket “bu üç yöndeki hareketlerin bir bileşimidir”. Hareketin her eksende bir bilgisi vardır (bunlar konum bilgisidir), hareket ne zaman başladı, ne zaman neredeydi, ne zaman bitti gibi bir bilgisi de vardır, toplamda 4 bilgi olur, bu 4 bilgiye de 4 boyut denir. 1919’da matematikçi Theodor Franz E. Kaluza (1885-1954), evrenin 4 değil, 5 boyutlu olduğunu -yazdığı makalesinde- savunuyordu, ona göre “üzerinde hareket edilebilecek, bağımsız bir yön” daha vardı: Kaluza, Einstein’ın Genel görelilik denklemlerinin fazladan bir boyut daha kapsadığını buldu, 4 boyutlu evreni eğrilmelerle ve dalgacıklarla geometrik olarak somutlaştıran kütle çekimi alanlarının fazladan eğrilmelerle ve dalgacıklarla -göremediğimiz- bir boyut daha oluşturabileceğini ve bunun elektromanyetik alanın tanımıyla eş değer olduğunu böylelikle kütle çekimi ile elektromanyetik kuvvetin birleştirilebileceğini göstermiş oldu. 1926’da fizikçi Oskar Benjamin Klein (1894-1977) bu boyutun açıklamasını geliştirdi.
Klein matematiksel çözümlemesinde bu boyutun Planck uzunluğunda olduğunu gösterdi. Buna Kaluza-Klein kuramı denir ve bu kuramın 1940’lara kadar doğrulanması için uğraşıldıysa da güçlüklerle karşılaştı ve otuz yıl kadar unutulmanın sonunda Sicim kuramı ile tekrar kesin bir dönüş yaptı. Süpersicim kuramının denklemleri 4, 5, 6 … 28, 29 … 1 milyon … vs. uzay boyutunda değil, sadece 10 uzay-zaman (evren) boyutunda işler (9 uzay boyutu artı 1 zaman boyutu).
Şimdi bu “10 boyut” tam olarak nedir onu -kendi örneklerimle- açıklayayım. Yarıçapı veya bir kenarının uzunluğu Planck uzunluğu olan bir küre veya bir küp düşünün, aynısından bir tane daha düşünün ve birini diğerinin etrafında hiç değmemezlik yapmadan sağa-sola, ileri-geri ve aşağı-yukarı hareket ettirin. Evrende kuzey-güney vs. diye bir yön kavramı olmadığı için aslında en, boy ve genişlik olan 3 boyutun hepsi aynıdır, yani bir durumun farklı görünümleri gibidir. Şimdi, bir futbol sahası büyüklüğünde bir alan düşünün ve bu alanda da 1 cm çapında demir kürelerin -hepsinin birbirine temas eder bir şekilde ya da lehimlenmiş-yapışmış olarak- yan yana dizildiğini düşünün, bir araba ile bu bölgede gezinin veya burada sağlam bir ayakkabınızla yürüyün, araba veya siz o demir kürelerin arasındaki boşluklara düşer misiniz, hayır, yürürken onları fark etmezsiniz, ama bir karınca yürürse boşlukların etrafındaki küre yüzeylerinde sağa-sola, ileri-geri ve yukarı-aşağı hareket edecektir, yani karınca için orada boyutlar vardır, ama (çapı istediğimiz kadar küçültebiliriz) sizin için orada boyutlar -görmediğinizden, bilmediğinizden, size etkisi olmadığından- yok gibi olur, o karıncayı veya Planck karıncasını etkileyen boyutlara “fazladan boyutlar” denir. Yani farklı bir boyuttan kasıtla tuhaf bir şey düşünmeyin.
Şimdi bir ara vereceğiz ve bu paragraftan sonra kaldığımız yerden devam edeceğiz. Şunları söylemem gerekiyor ya da şunları söyleyebilirim. Dikkat! Planck uzunluğunun altı ya da Planck uzunluğunun içi tamamen kuantum olduğu için ve -veya- Planck uzunluğunun içinden bahsedilemeyeceği için aslında Planck uzunluğu da “sözde” bir oluşumdur, kavramdır: Bu bağlamda sicimler, boyutlar vs. ve bunlardan oluşagelen her şey -Planck uzunluğunun içi diye bir şeyin “olmamasından” dolayı, Planck uzunluğu ve bu uzunluktan büyük olan her bir şey ya da yani her şey- “yanılsama” olarak bir uzunluğa (boyuta, büyüklüğe) sahiptir, yani aslında uzunluk (mesafe, küçük-büyük) diye bir şey yoktur. Daha iyi bir açıklama yapayım. Şimdi, Planck altı ölçeklerde tamamen kuantum vardır, burada her bir şeyin geçersiz olduğundan bahsetmiştik. Planck uzunluğunun 10 katı bir uzunluk düşünün, yani bu uzunluğun 10 tanesi üst üste gelsin, şimdi, bunlardan herhangi bir tanesi olan 1 tane Planck uzunluğu tam olarak nerededir ve nedir, Planck altı (içi) “yok” demiştik, peki, 1 Planck uzunluğunun sadece kenarları (uçları) mı vardır, hayır, çünkü bu durumda Planck altına inilmiş olur, dolayısıyla bu da olamaz, bu bağlamda en temele inmeye kalkıştığımızda -ya da bir şeyin ne olduğunu, neyden yapıldığını aramaya çalıştığımızda, onun “temelsiz” olduğunu anladığımızda- aslında “uzunluk” diye bir şeyin olmadığını anlarız. Umarım anladınız. Bir şeyden “yansıyıp” da -hologram gibi- görüntüler (örüntüler) oluşuyor değil ve -veya- o şeyin üstünde (ya da ondan farklı bir yerde) oluşuyor değil, görüntünün oluştuğu “yer”le o şey “aynı yer”de, bunu aklınızda tutun, şimdi devam edelim. 1 boyutlu bir Planck uzunluğu, 2 boyutlu bir Planck karesi ya da 3 boyutlu bir Planck küresinin içi (ya da bunlardaki herhangi bir parça -kısım-) Planck altına inildiğinden dolayı aslında bunlar da olamaz. Dolayısıyla bu, hem mikroda hem de makroda olan her bir şeyin uzunluğunun sözde (ya da yanılsama) olduğunu gösterir. Sonuçta Planck altının tamamen kuantum, bir üstü olan sicimlerin kuantum, parçacıkların (alanların) kuantumsal ve daha üstlere çıktığımızda kuantum şiddetinin azalması (ama hiçbir zaman sıfıra inmemesi) bağlamında, her şeyin temelde kuantum, üstte kuantumvari olduğunu düşünegeldiğimizde, Planck uzunluğunun, sicimlerin, parçacıkların kuantuma tabi olduğu bağlamında, bunların “el”le tutulamaz, “göz”le görülemez olması bağlamında (gerçi makroda elle tutmak, gözle görmek vs. de bir yanılsama, ama bunlarda -aşırı- daha çok), bunların kuantum titreşimlerine (titrenimlerine) tabi olması bağlamında “aslında” ne bir “temel” ne de bir “temel üstü” vardır. Tüm bunlar (bunca şey) Planck altı olan (ya da her neyin, nerenin nesiyse) veya tamamen kuantum olan “kuantum hiçliğinden” ya da “kuantum her şeyliğinden” -yansıma değil- “yanılsama” olarak olgulaşagelen kavramlardır, aksiyomlardır (dizgelerdir). Bu paragrafın konunun gidişatında anlaşılagelirliği bulanıklaştırdığını düşünebilirsiniz, ama öyle değildir, konunun anlatımında konunun öyle ya da böyle (az ya da çok) zihinde canlandırılabilmesi gerekir, bazı yerlerde olmasa da, bu yüzden şimdi bu şekilde önceki gibi kaldığımız yerden devam edeceğiz, bu bağlamda bu paragrafı -tamamen değil- kısmen unutun, ama zihninizin bir köşesinde kalsın, çünkü anlatılanlarla bağlam kurmalısınız, ayrıca bu paragraftakine benzer bir şekildeki anlatımlara sonraki paragraflarda tekrardan değineceğiz, şimdi kaldığımız yerden devam edelim.
Evrenin her yeri (her noktası) -yani evrenin temeli- Planck uzunluğundaki kıvrılmalarla (eğilmelerle, bükülmelerle) doludur. Bu kıvrımlar kütle çekimi tarafından olur. Evrende olabilecek en küçük uzunluk Planck uzunluğu olabileceği için “sicim”ler de bu uzunluktadır, burada evrenin en küçük “piksel”ini her kenarı Planck uzunluğunda olan bir küp olarak düşünmelisiniz, bu küpün içindeki noktaların 3 boyuttaki konumu diye bir şey olmaz, çünkü Planck uzunluğunun altı kuantuma geçtiğinden bunun içi de kuantumdur, böylelikle bu en küçük piksel 1 boyutlu olur, zaten Süpersicim kuramındaki sicimler de bunların yan yana dizilmesidir, evrendeki her bir şey bu 1 boyutlu sicimlerden oluşur, sicimlerin tamamı birbiriyle etkileşim hâlindedir, evrenin tamamı bu sicimlerle doludur. Bir sicim, Planck birimlerinde olduğu için enerjisi aşırı yüksektir ve devamlı titrenir (titreşir), bu titrenim elbette ki kuantum düzeyindedir, yani bir kuantum olayıdır, bu titrenimlerden kütle çekimi oluşur, oluşan bu kütle çekimi de evreni büker, yani evren Planck ölçeklerinde aşırı küçücük olarak kıvrılmalarla doludur. Bir sicim kuantumdan dolayı her zaman az veya çok, öyle veya böyle durmadan titreşir, bir sicimin her noktası aynı düzeyde titreşmez, bütün noktaları farklı düzeyde titreşir. Bir sicim, bu titreşimlerinden dolayı -yine Planck ölçeğindeki- hemen etrafında farklı titreşimler oluşturmuş olur, yani çevresini de titreştirir, yani hemen etrafındaki her nokta da -merkezdeki sicimin titreşiminin büyümüş bir gölgesi gibi- farklı bir şekilde titreşir (farklı frekanslarda salınır, rezonanslanır). Bu titreşimlerden madde parçacıkları ve kuvvetler oluşur, oluşanlardan biri de kütle çekimi kuvveti (graviton) olduğundan bu etraf kıvrılmalarla doludur. Bu kıvrılmalarda 6 boyut vardır, yani bu kıvrılmalar 6 boyutu oluşturur, üretir. Bu 6 boyuttaki 3 boyutu, bildiğimiz 3 boyut gibi tanımlayabiliriz, ama 6 boyuttaki her boyut aynı yerde oluştuğu için bu bölgeyi zihnimizde canlandırmak -3 boyutta yaşadığımız ve 3 boyutta evrimleştiğimiz için- çok zordur. Ama burada “tuhaf” bir şey beklemeyin, çünkü yaşadığımız 3 boyutu oluşturan her boyut aslında aynı boyutun (yönün, eksenin) sözde farklı bir tanımlanması olduğu için, bu 6 boyutta da böyledir. 6 boyuttaki 3 boyutu zihnimizde canlandırabiliriz, ama bu 3 boyut iç içe ve (veya) dış dışa bir 3 boyut daha içerir. Şöyle, bir sicim o sonsuz kuantum olasılığında, her noktasında farklı olmak üzere çılgınca titreşir, bu da etrafına yansıdığı için etrafında hem 3 boyut hem de bir 3 boyut daha oluşturmuş olur. Kuantum olasılıksal titreşimler 1, 2, 3, 4, 5 ve 6. boyutu aynı anda, aynı bölgenin farklı noktalarında durmaksızın oluşturageldiği için, bu bölgedeki bir noktanın konum bilgisi 6 boyutta olduğu için bize 6 tane konum bilgisi gerekir. Ama dediğim gibi burada “tuhaf” bir şey değil, karmaşık bir şey vardır, çünkü bu konum bilgileri ya da 6 boyutun her biri türdeştir, 6 tane 1 boyuttan oluşur, tüm boyutların temeli 1 boyuttur, aslında sadece 1 boyut vardır, diğer boyutlar 1 boyutun birleşmeleri, türevleri, kopyaları veya büyümüş gölgeleri gibidir (1+1+1=3, 1+1+1+1+1+1=6, 1+1+1+1+1+1+1+1+1=9, 3+3=6, 3+3+3=9). Böylelikle Planck ölçeğinde aşırı küçük 6 boyut, makroda devasa 3 boyut ve 1 zaman boyutunun toplamı 10 boyut eder. Tüm boyutlar kütle çekimi ile oluşageldiğinden hepsinde az veya çok, öyle veya böyle zaman geçerlidir.
Evrenin temel dokusunu oluşturan bu küçücük 6 boyuta “Calabi-Yau” şekilleri veya Calabi-Yau uzayları adı verilir. Fark etmesek de evrenin temelindeki bu 6 boyut, bildiğimiz 3 boyutun her noktasında yani içimizde-dışımızda, evrenin her yerinde vardır. Bir insanın yürümesi, bu 9 boyutun tamamında hareket etmesi anlamına gelir. Ağaçtan kopan bir yaprağın salınarak yere düşmesini düşünün, titrenimlerle oluşan enerjinin temeldeki akması -art arda birbirini bir dalga gibi izleyen temeldeki bu sicimsel enerji akışı-, bize makro evrende sanal bir yaprak olarak görünür.
Sicimlerin bağlantılı-birleşik olarak titrenimleri Higgs, karanlık madde, karanlık enerji vd. kılığında bize yansır veya bunları var eder, oluşturur, bunların temeli sicim titrenimleridir.
Sicimlerin titreşmesi neticesinde etrafının da titreşmesinden oluşagelen parçacık ve kuvvetler demek, sicimlerin titreşmelerinin ve kalıntılarının 9 boyutun tamamında titreşmesi demektir, yani evren, sicimlerin titreşmesidir.
Evrenin erken (Şişme) dönemlerinde boyutlar birbirleriyle aynı veya yakın ölçekteydi, Şişme’den (Büyük Patlama’dan) sonra boyutlar arasında devasa farklar oluştu.
Şişme kuramındaki genişleyip günümüz evrenine dönüşen o başlangıçtaki küçücük enerjinin neliği, nasıl ve nereden geldiği ya da başka bir deyişle Süpersicim kuramındaki tüm evreni “var” eden bu 1 boyutlu sicimlerin neliği, nasıl ve nereden geldiği konusu bize Planck altını (kuantumu veya her ne iseyi) gösterir ki tüm bu soruların cevabı-çözümü de namıdiğer “Her Şeyin Kuramı” olarak da bilinen “M-kuramı”ndadır.
Şişme kuramı Büyük Patlama kuramını açıklar, Süpersicim kuramı Şişme kuramını açıklar, M-kuramı ise Süpersicim kuramını açıklar.[13]
Süpersicim kuramı tüm parçacıkları ve kuvvetleri kuantumda birleştirir, yani kuantumu Genel göreliliğe uydurmaz, Genel göreliliği kuantuma uydurur, temelde kuantum vardır. Sicimler neden 1 boyutludur? Çünkü 1 boyut dışındaki hiçbir boyutta “simetri” özelliği sağlanamıyor.
M-Kuramı (Namıdiğer “Her Şeyin Kuramı”)
M-kuramı, sicim kuramcılarından en ünlüsü olan Edward Witten (d. 1951) tarafından bulunmuştur. Witten M’ye bir anlam vermemiştir, isteyen istediği şekilde düşünebilir: “Membrane, Matris, ‘Master, Majestic, Mother, Magic, Mystery, Matrix’“. M-kuramında yardımı geçenler: Petr Hořava (d. 1963), Michael Boris Green (d. 1946), Joseph Gerard Polchinski (1954-2018), Robert G. Leigh (d. 1964), Jin Dai, Savas Dimopoulos (d. 1952), Nima Arkani-Hamed (d. 1972), Georgi (Gia) Dvali (d. 1964), Joseph David Lykken (d. 1957), Constantin Petros Bachas (d. 1956), Ignatos Antoniadis (d. 1955), Richard Chace Tolman (1881-1948), Paul Joseph Steinhardt (d. 1952), Neil Geoffrey Turok (d. 1958), Burt Alan Ovrut, Nathan “Nati” Seiberg (d. 1956), Justin Khoury, Thomas (Tom) Banks (d. 1949), Willy Fischler (d. 1949), Leonard Susskind (d. 1940), Stephen Hart Shenker (d. 1953), Michael James Duff (d. 1949), Christopher (Chris) Michael Hull (d. 1957), John Henry Schwarz (d. 1941), Ashok Sen (d. 1956), Paul Kingsley Townsend (d. 1951), Alain Connes (d. 1947) vd.
M-kuramında 10 değil, 11 uzay-zaman boyutu vardır, yani Süpersicim kuramına bir tane daha uzay boyutu eklenmiştir. Sicimler, evreni oluşturan tek şey değildir, “zarlar” da (membrane) vardır. Zarların boyutlarını (özelliklerini) sicimlerin titrenimi belirler. Titrenimler her türlü olasılıkta olabileceği için zarlar da 10 boyuttan düşük her boyutta olabilir.
(Sayfa 299’daki “Süpersicim kuramına göre sicimlerin…” ile başlayan paragrafı tekrar okuduktan sonra bu paragrafı okumaya başlayınız.) M-kuramı çoklu evrenleri içinde barındırır. Süpersicim kuramındaki kıvrılmış 6 boyuta, yine bu şekilde 1 boyut daha ekler. Bu küçücük 7 boyut, sonsuz olasılıktaki “hiperuzay”ı oluşturur. Bizim 3 uzay ve 1 zaman boyutumuz (yani evrenimiz), 3 uzay ve 1 zaman boyutlu sonsuz sayıdaki evrenler arasından sadece birisidir. Sonsuz sayıdaki evrenlerde, olasılık bağlamında, 10 boyuttan düşük boyutlu olarak boyut sayısı farklı evrenler de vardır. Her evren bir “zar” olarak adlandırılır. Birer zar olan evrenler birbirini fark edemez, iletişim kuramaz, aralarındaki bağ (etkileşim) yalnızca kütle çekimidir, yani hiperuzay dediğimiz “sonsuzluk”ta zarlar (evrenler) arasında sadece 1 boyutlu kütle çekimi vardır. Televizyondaki bir film karakteri nasıl TV ekranından çıkıp odanıza gelemiyorsa biz de bu evrenden çıkıp başka bir evrene geçemeyiz. Herhangi bir evrendeki şeyler, kendi evrenine (zarına) yapışmış -hapsolmuş- bir durumdadır da diyebiliriz. Bu yüzden 4 boyutumuzun dışındaki boyutlardan haberdar olamayız. Ama bir istisna var o da kütle çekimidir.
Sicimler açık uçlu ve kapalı uçlu olmak üzere iki türlüdür. Açık sicimler zarlarla iç içedir, onlarla bütünleşiktir, yapışıktır, zarların dışına çıkamazlar, ama kapalı sicimler serbesttirler, zarların içinde-dışında hareket edebilirler, zarların dışına çıkabilirler. Kütle çekimi kuvvetini (gravitonu) kapalı sicimlerin titrenimleri, diğer her şeyi açık sicimlerin titrenimleri oluşturur. Açık sicimlerin uçları vardır ve bu uçlarından zarlara yapışık olarak titreşirler, kapalı sicimlerin uçları yoktur ve bunlar zarlara yapışık olmadan, serbest olarak titreşirler, sicimler kuantumsal olarak “çılgınca” titreşirler, bu yüzden olası her türlü (sonsuz sayıda) şekli (şablonu, örüntüyü) alabilerler.[14]
Dikkat! Yalnız bu şekiller sadece bir benzetmedir, çünkü kuantum titrenimleri şekilsiz olarak ya da her türlü olası şekle bürünebilen belirsizlikteki titrenimlerdir: Açık sicimleri enerjinin kendi içine kapanmayan kuantum titrenimleri, kapalı sicimleri ise enerjinin kendi içine kapanan kuantum titrenimleri olarak düşünebilirsiniz. Sicim denilen şey elle tutulabilen, gözle görülebilen bir şey değildir, sicim, kuantum hiçliğinden veya her şeyliğinden çıkan kuantumsal enerjinin titrenimidir.
3 uzay boyutlu evrenimizde kütle çekimi kuvveti “uzaklığın karesiyle azalır”. Evrenimizdeki iki cisim (nesne) “arasındaki uzaklık 2 katına çıkarsa aralarındaki çekim kuvveti 4 (22) kat azalır, eğer uzaklık 3 katına çıkarsa çekim kuvveti 9 (32) kat azalır” vb. 2 uzay boyutlu bir ortamda çekim, uzaklık kadar azalır: Uzaklık 2 katına çıkarsa kuvvet 2 kat, 3 katta 3 kat azalır vb. 1 uzay boyutlu bir ortamda çekim, uzaklık artsa da azalsa da değişmez, hep aynı kalır. Kütle çekimi, ne kadar fazla yayılacak alan (boyut) bulursa kuvveti de o kadar azalır. 4 uzay boyutlu bir ortamda uzaklık 2 katına çıkarsa çekim 23 kat azalır vb., 5 uzay boyutunda 24 kat azalır vb., 6 uzay boyutunda 25 kat azalır vb. vd. Buradaki 1 boyut dışındaki herhangi boyutlu ortamlara bir kağıt dersek ve bu kağıdı silindir gibi katlarsak kütle çekimi alanları da eğilerek yan yana geleceğinden, üstteki durumlar ihlal edileceğinden -3 uzay boyutlu evrenimiz ötesindeki ya da berisindeki- o kıvrılmış boyutları saptamamız da bu yüzden olanaksızlaşır. Bu da sicimlerin uzunluğunun 10-35 ile 10-18 metre arasında olabileceğini ve sicimlerin oluşturduğu o kıvrılmış boyutların 1 milimetrenin altında herhangi bir büyüklükte olabileceğini, bu da kütle çekimini oluşturan kapalı sicimlerin daha büyük o küçücük kıvrılmış kendi boyutlarında sıkışmış olarak daha fazla kütle çekimi taşıyabileceğini, bu da aslında kütle çekiminin zayıf değil çok güçlü olduğunu, fakat etkilerinin sadece -bildiğimiz boyutlarda- bize zayıf olarak ulaşabildiğini, ayrıca boyutlar bu kadar büyük olsa bile yine de bizim onları saptayamayacağımızı gösterir. Sicimlerin saptanması şu an için ve yakın gelecekte imkânsızdır, çünkü aşırı enerji gerekir, ama çok uzak gelecekte belki saptanabilir, fakat bu da kesin değildir.
M-kuramında buraya kadar anlatılanlardan çok şey çıkarabileceğimiz gibi şunu da çıkarabilirim: Diğer evrenlerden bazıları sizin dibinizde olabilir, fakat siz bunu fark edemiyorsunuzdur, şu an bir dinozor yanınızdan geçiyor olabilir mesela.
Yinelenen (cyclic) model, M-kuramı içindedir. Şimdi buna bakalım. 3 uzay boyutlu evrenimiz, sonsuz değil sonludur, 3 boyutlu olarak düzdür, yani boyu eninden daha fazladır ve kalınlığı ise eni ve boyundan aşırı olarak daha azdır, bir kitap kapağı gibi düşünebilirsiniz ama kenarları yoktur, daha doğrusu buralar şekilsizdir, uçları sınırsızdır, yani bu en son kısımlara geldiğinizde, kütle çekiminin evreni bükmelerinden dolayı (yön duygusunu kaybetmiş bir karıncanın dev bir çemberin etrafında -kendisine düz gidiyorum gibi gelse de- dolanması gibi ya da bükülmelerden dolayı) tekrar evrene doğru farkında olmadan yönelirsiniz. (Bakınız sayfa 156-162.)
Evrenimiz “hiperuzay”ın içindedir. Evrenimiz 3 uzay boyutlu bir zardır ve buna “3-zar” denir. Hiperuzayda sonsuz tane evren bulunur. Bu evrenler; 0-zar, 1-zar, 2-zar, 3-zar … 9-zar olarak 10 boyuttan küçük her türden olabilir, yani bu çeşitli her zar evrenden sonsuz tane vardır. Evrenimiz gibi 3-zar evrenlerinde 6 tane kıvrılmış-küçücük uzay boyutu (k) (Calabi-Yau), 3 tane bildiğimiz büyük uzay boyutu (b) ve 1 zaman boyutu (z) bulunur. Dikkat! Sicimler ve dolayısıyla k boyutları kuantuma tabidir, b boyutları ise genel göreliliğe tabidir, yani k boyutlarının uzaysal uzanımı yoktur, ama b boyutlarının vardır. k boyutlar, bildiğimiz tarzda boyutlar değildir, bunlar kuantum titrenimleridir, kuantumsal bir olgudur ya da kavramdır, kanımca bunlara -matematiğin vardığı sonuç bağlamında zorunlu olarak varsayılagelen bir ön doğru, bir ön kabul anlamında- “koyut” diyebiliriz.
1-zar evrenlerine 1 uzay boyutlu (ya da 1 boyutlu) evrenler denir, 2-zar evrenlerine 2 uzay boyutlu evrenler denir vb. 1-zar evrenlerinde 8k boyut ve 1b boyut bulunur: 2-zar’da 7k, 2b; 4-zar’da 5k, 4b; 5-zar’da 4k, 5b; 6-zar’da 3k, 6b; 7-zar’da 2k, 7b; 8-zar’da 1k, 8b; 9-zar’da 0k, 9b. Tüm zarlara zaman boyutunu da eklersek her zar 10 boyuta tamamlanır, ama bu z boyutu hakkında şunlar da söylenilmelidir. 3-zar evrenlerinde bildiğimiz zaman kavramı geçerlidir, fakat diğer zar evrenlerinde -üstte anlattığımız üzere kütle çekiminin yayılacak fazla ya da az boyut bulması bağlamında, etkisinin azalması ya da artması dolayısıyla, zarı bükme bağlamında, oluşacak zamanın aşırı yavaş ya da aşırı hızlı bir biçimde zamanın anlamsızlığa meyletmesinden ötürü- bildiğimiz zaman kavramından giderek uzaklaşılır ve 0-zar ile 9-zar evrenlerinde bildiğimiz zaman kavramı geçerli değildir.
Süper dikkat! (Bu paragraf tüm kitabı bağlayan en önemli kısımdır.) 0-zar evrenlerinde “uzay” ve “zaman” (uzay-zaman) yoktur: Uzay ve zaman 0-zarlardan ortaya çıkar, oluşur. 0-zar evrenlerinde, uzaysal uzanım (uzay boyutu) yoktur, bu yüzden boyutsuzdur (sıfır boyut), dolayısıyla, Genel görelilik de yoktur, kuantum geçerlidir. Bu sıfır zarlar (daha doğrusu kuantum boyutsuzluğu) birleşerek sicimleri ve diğer tüm zar evrenleri oluşturur. Yani sicimler ve -kuantumsal olan sicimlerin oluşturduğu- tüm zar evrenler, 0-zarlardan (kuantumdan) oluşuyor. Sicimler, sicimlerin sonsuz olasılıktaki titreşim hâlleri, tüm zar evrenler ya da tüm çoklu evrenler (şişmeye dayalı evrenler ve paralel evrenler) vs. her şey “kuantum hiçliği” veya “kuantum her şeyliği” diyebileceğimiz 0-zarların birleşmelerinden, yığınlarından, örüntülerinden yani (Planck birimleri altındaki) kuantumdan oluşageliyor, varoluşlanıyor. Buna “Matris kuramı” denir, bu kuram M-kuramı içindedir. Şimdi Yinelenen (cyclic) modele devam edelim.
Yinelenen modelde zar evrenler 10 boyuttan oluşuyordu ve bu evrenlerin arasında (veya dışında) sadece 1 boyutlu kütle çekimi vardır, böylelikle M-kuramındaki 11 boyut tamamlanmış olur, yani hiperuzay sonsuz sayıda zarlardan (“membran”lardan) ve bunların “etrafındaki” 1 boyutlu kütle çekiminden oluşur. Zarlar (yani evrenler) sadece 1 boyuttaki kütle çekimi ile etkileşir, birbirine doğru çekilir ve çarparlar, çarpma şiddetiyle de birbirinden uzaklaşırlar, bu çarpmalarda her zar “kendi ‘Şişme’sini-‘Büyük Patlama’sını” yaşar, bu çarpmalar bildiğimiz türden bir çarpma olmayıp kuantumsal bir etkileşmedir, zarlar bu şekilde bir -kuantumsal olarak- çekilme-çarpma-uzaklaşma olarak kendine “yinelenen” (kendini “yenileyen”) bir kozmolojiye tabidir ya da durmadan oluşarak değişen veya değişerek oluşan evrenler –“kozmoloji dışı bir bağlamda”– kendi kozmolojilerini yaratırlar. Şimdi, evrenlerin dışında 1 boyut, bu boyuttan sonra da sonsuza kadar durmadan -art arda- evrenler var diye düşünebilirsiniz, ama bu düşünüş yanlıştır, şöyle ki: Kuantuma tabi kapalı sicimden oluşan kütle çekimsel 1 boyutta bildiğimiz anlamda zaman, mekân, hareket geçerli değildir ve daha önemlisi hiperuzay, Planck birimleri altındaki kuantum olduğu için, kuantumun sonsuz sayıdaki olasılıklarıyla sonsuz sözde zar olduğu için, Matris kuramında tüm 11 boyut kuantumdan oluştuğu için, kuantumda iç-dış, sonlu-sonsuz vs. diye kavramlar olmadığı için evrenler hem iç içe hem de dış dışa veya ne iç içe ne de dış dışa diyebiliriz. Kuantum nereden geldi, diye bir soru sorulamaz, çünkü kuantumda soru-cevap diye bir şey de yoktur. Kuantum zihinde canlandırılabilecek bir şey değildir. Etkilerini bir film gibi izleyebilmemiz, bize yeter de artar bile. [Süpersicim kuramı ve M-kuramıyla ilgili isteseydim “Photoshop”tan sıfırdan görseller-figürler hazırlayabilirdim, ama bilerek hazırlamadım, çünkü bu kuram(lar)da geçen sicimler, boyutlar, zarlar vs. gibi bilgiler çizilip grafiklenecek tarzda şeyler değildir, eğer yapsaydım emin olun kafanız daha fazla karışırdı, bu kuram(lar)la ilgili internette -orada, burada- dolaşan görsellere, hatta en iyi belgesellerde geçen videolara bile aldırış etmeyiniz.]
Zar evrenlerin “kuantum kütle çekimi” olarak birbiriyle kuantumsal olarak etkileştiğini, bunun dışında birbirleriyle etkileşmediğini söylemiştik. Diğer 3-zarların bazılarında bizim gibi canlılar vardır, fakat biz onlarla iletişim kuramayız, “arada” kuantum var demeyim de -çünkü kuantumda ara, öte, iç, dış vs. yok- sadece şöyle diyebilirim “kuantum” bunu engeller.
Evrenimiz -zarımız- trilyonlarca yılda bir başka bir paralel zarla çarpışmaktadır, böylelikle yeni bir zarla -ya da yeni bir evrenle- kozmoloji yenilenerek başlar, belki eski evrenden eser kalır, belki de kalmaz. Şimdi bunun nasıl olduğuna bakalım. İki zar birbirine kuantumsal olarak çekilir, kuantumsal olarak çarpar ve kuantumsal olarak birbirinden uzaklaşırlar. Birbirini çarpmak üzere olan iki zardaki sicimlerin kuantum titrenimleri giderek artar, zarlardaki kuantum dalgalarının devasa artması eşliğinde gerçekleşen çarpma ile iki zar da devasa enerjiyle dolu olarak seker, yani enerji denilen şey, kuantum titreşimleri olduğu için, titreşimlerin artmasıyla enerji de artacağı için, çarpmak üzereyken titreşimler artacak, çarpma ile devasalaşacak ve sekme ile de titreşimler giderek azalacaktır. Şöyle diyebilirim, kuantumun sağladığı kuantumsal çarpışma ile kuantum titreşmeleri zarlanır ya da zarlar titreşimlerle enerjilenir ya da titreşimler zarları zar yapar. Çarpma ile zarımızda Şişme yaşanır, yani çarpma demek, zarımızdaki Şişme demektir. Çarpmak üzereyken iki zardaki kuantum dalgalarının artarak olasılıksal olarak titreşimlerinin değişimlerinin zarımızdaki çarpmaya (Şişme’ye) yansımasıyla, bu kuantum dalgacıklarının Şişme’deki küçük türdeşlik bozukluklarına yol açması eşliğinde, simetri kırınımlarıyla ve enerjinin giderek çökmesi eşliğinde ve -veya- çarpma -sekme- sonrası Büyük Patlama ile devam etmesi neticesinde hem kuvvetlerin ve parçacıkların oluşması hem bunların farklı değerler alması hem de bunların neden o değerleri aldığı açıklanmış olur. Dolayısıyla çarpışıp sekmeden sonra genişleyerek soğuyan zarımızda galaksi, yıldız vs. oluşur. Büyük Patlama’dan kabaca 7 milyar yıl sonra zarımızın bu süre boyunca -genişleme hızının gittikçe azalmasıyla ama- aşırı genişlemesiyle enerji yoğunluğunun azalması, karanlık enerjiyi (boşluk enerjisini ya da negatif basıncı) -yani kütle itimini kütle çekiminden- baskın çıkardığından bu süreden sonra zarımız -gittikçe artan bir hızla- ivmelenerek genişlemeye devam etmiştir ve edecektir. Zarımız bu ivmeli genişlemeyle o kadar genişleyecektir ki -trilyonlarca yılda şunlar olacaktır- galaksi, yıldız, gezegen vs. tüm gök cisimleri dağılacaktır, tüm atomlar dağılıp aralarındaki mesafe o kadar artacak ki hiçbir iki atom yan yana gelemeyecek, devam eden genişlemeyle atomlar parçacıklara ayrılacak, hiçbir iki parçacık yan yana gelemeyecek, türdeş-simetriliğe gidilerek tüm kuvvetler ve parçacıkları ve diğer tüm parçacıklar kısaca her şey yok olacak, daha doğrusu kuantum titrenimleri ortalaması sıfırlandığında, enerji yoğunluğu sıfıra düştüğünde zarımızdaki sicimler ve zarımız “kuantumda kaybolacak” ya da yani evrenimiz kuantum evrenine dönüşmüş olacak, kuantumsal zarımız, hiperuzayda tek boyutlu kütle çekimi tarafından başka bir zara doğru kuantumsal olarak yine çekilecek, çarpmak üzereyken kuantumun sonsuz olasılıkları eşliğinde, çarpıp sekerken, yinelenen-yenilenen bir tarzda -aynısal ya da bambaşka- bir zar varoluşagelecek. Zarlar çarpacakken zarlar sıkışmaz -yapışmaz-, zarlar, hiperuzaydaki kuantumsal tek boyutu devasa olarak sıkıştırır, böylelikle zarlarda devasa kuantum titrenimleri oluşagelir. Diyebilirim ki bunlar birer kavramdır, kuantumsaldır, çarpmadan sonrasını zihnimizde canlandırabiliriz -çünkü düşünegeldiğimiz her şey bura kaynaklıdır- ama hiperuzayı, o tek boyutu, çekilme ile çarpmak üzereykeni, çarpmayı zihnimizde canlandıramayız, bunun için “kuantum bir beyin” gerekir, belki o bile yetersiz kalır, çünkü bunlar kuantumun kendinde-kendine olan kavramlardır, kuantumun kuantumlanmasıdır: Hiperuzaydaki çoklu evrenler ya da çoklu evrenlerdeki hiperuzay kuantumsal olarak bu şekilde -bir varmış bir yokmuş gibi- “var-yok-oluş”lara tabidir.
Dikkatli bir okuyucu yazdıklarımdan sicimlerin, zarların, boyutların; hiperuzayın, çoklu evrenlerin; zamanın, mekânın, hareketin; kuvvetlerin, parçacıkların; var-yok, sonlu-sonsuz vs. tüm zıtlıkların; titrenimlerin, olasılıkların; tesadüfün, determinizmin sözde olduğunu, aslında olmadığını, sadece ya da tamamen “kuantum hiçliği”nin veya “kuantum her şeyliği”nin olduğunu anlayacaktır, aslında bu noktadan sonra olmak-olmamak, anlam-anlamsızlık vs. de ortadan kalkıyor, ama kelimeler de kifayetsiz kalıyor işte anlayınız. İşte burada felsefe başlamış oluyor, bilimsel felsefeyle geliştirilen bilimle mangal yapmak gerek, felsefeyle de o kebabı yemek gerek, ancak bu sayede kendimizi bulup kendimize geliriz ve rahatlarız gibi bir şey olsa gerek.[15]
Evreni geriye doğru sardığımızda sıcaklık, yoğunluk vs. gittikçe artacaktır, fakat bu, Planck birimleri değerlerinde “son” bulacaktır (-ve- ya da gittikçe kuantumsallığa ve kuantuma dönüşedurulacaktır, geçilecektir). Planck birimleri değerleri arttırılamaz -ve- ya da azaltılamaz. Buna kuantum izin vermez. Bunun altı tamamen kuantumdur. Elbette ki buralarda -Planck birimleri değerlerinde-, -bahsi geçen- kuantum çok az hafiflese de yine de şiddetli kuantum geçerlidir. Bu yüzden bu değerlere “ara hâl” de diyebiliriz. Örneğin Planck uzunluğundaki Planck sıcaklığını arttırmaya çalıştığımızda uzunluk, verilen sıcaklık kadar büyüyecektir, yani alan, verilen enerji kadar genişleyecektir, böylelikle bu genişleme ile sıcaklığı da gittikçe düşecektir (Kütle çekiminin tersi kütle itimini hatırlayın, bununla Şişme ve diğer konularla bağlantı kurun ve düşünün, onları yeniden yazmamıza gerek yok.). Elbette ki bu durum -anlayacağınız üzere- şunlarla da sonuçlanacaktır: Planck zamanının artmasıyla, Planck kütlesinin-enerjisinin-yoğunluğunun azalmasıyla, Planck alanının-hacminin artmasıyla vs. (yani söylediğimiz durum bunlarla da aynı anlama gelir). Bu durum sicimler için de geçerlidir. Parçacıklara enerji verdiğimizde -ya da onların enerjisini arttırdığımızda- onları ölçme becerimiz de artar, bu sayede onları daha iyi anlarız, fakat bunu Planck altı kuantumu anlamak için uyguladığımızda işe yaramadığını üstte görmüştük. Bu bağlamda, sicime enerji verildikçe sicim büyür, fakat bu enerji Planck birimleri değerlerinde olması gerektiği için -yani evrenin ilk an(lar)ındaki ya da evren kadar enerjiye ihtiyaç olduğu için- bunu yapabilmek pek de mümkün gözükmemektedir.
Evrenimizin -Şişme’den önceki- ilk anlarında uzamsal boyutlar eşitti (eş değerdi, aynıydı, simetrikti), daha doğrusu burada tek boyut vardı. Şişme ile birlikte bu, uzamsal boyutlara evrildi (altı küçük, üç de büyük boyut oluştu). Tüm uzamsal boyutlar aynı boyutun sözde farklı görünümleridir. Tüm boyutlar kuantum titrenimlerinin sözde farklı görünümleridir. Kuantum titrenimleri tamamen kuantumun sözde farklı görünümleridir. Peki, neden yaşadığımız yer 3 uzamsal boyutlu, neden büyüyen 3 boyut oldu, 2, 4, 5 vs. neden değil, sorusunun cevabını ise “zar”larda (0’dan 9’a her türlü zar olduğunu, kuantum olasılığı olarak) her olasılığın olması bağlamında işlemiştik zaten. [Tamamen kuantum olan “kuantum hiçliği” veya “kuantum her şeyliği” (KH) neyin sözde farklı görünümüdür, diye sorabilirsiniz, kendi kendisinin, kendine kendilik, kendisinde kendilik (?), bir şeyin kanıtı kendi kendisi olamaz, bu yüzden bu söylem tam doğru değildir, daha doğrusu KH’de “kendilik” diye bir şey yoktur, bu yüzden KH hiçbir şeyin sözde farklı görünümü değildir.][16]
“Aslında parçacık diye algıladığımız şey, o kuvvetin çeşitli olası davranış biçimlerinin toplamı olan ‘kuantum durumu’nun bir bozulma biçimi. Bir temel parçacık, daha üst bir boyutta hareket ederken, parçacığa karşı gelen dalga, kıvrılmış boyut içinde sağa sola çarparak bir ‘yankı’ meydana getiriyor. Kaluza-Klein durumu denen bu yankılar, aynen bir parçacık gibi davranabiliyor. Örneğin yüksek enerjili çarpışmalarda, zayıf kuvvetin taşıyıcısı olan Z-bozonu, daha ağır bir çok ‘akraba’ya kavuşuyor.” ve kuvvetlerin de bu yankı etkisiyle (hızla güçlenmelerinin vs. vd. saptanmalarıyla) oluşageldiği, yani -Süpersicim kuramına göre- tüm parçacık ve kuvvetler, bu şekildeki bir durumdan (birleşiklikten) kopa kopa -bozunarak, yankılanarak- oluşageliyor ve kuramda bunların hepsi birleştirilebiliyor.
Sicimler, kuantumun yankılanmasıdır, parçacıklar da sicimlerin gölgeleridir, diyebiliriz. Sicimler ve sicimlerden oluşagelen parçacıklar kuantumsaldır. Sicimler ve parçacıklar salınan alanlardır, kuantum titrenimlerinden oluşagelen -yoğunlaşaduran, kesişeduran- salınan alanlardır. Sicimler denildiğinde aklınıza çember ya da ince-uzun bir bakır tel, saç kılı vs. gelmesin, parçacıklar denildiğinde aklınıza küre bir bilye gibi bir şey gelmesin, bunlar salınan -rezonanslanan, titreşen- alanlardır, alanları kuantum titrenimleri oluşturur. Fizikte maalesef isimlendirmede sorunlar vardır, “parçacık” denildiğinde insanlar “katı” gibi bir şey anlıyor, ama öyle değildir, bunlar salınan alanlardır, “enerji bulutları” gibidir. Sonuçta tüm madde ve kuvvet parçacıkları (ve -veya- daha doğrusu alanları) kuantum titrenimlerinin yankılanan salınımlarıdır ya da salınan yankılarıdır, şöyle de diyebiliriz, kuantum titrenimlerinin yankıları sicimler, bu yankıların salınımları da -ya da gölgeleri de- parçacık(alan)lardır. Yankıların ve gölgelerin olası çeşitliliği kuantumdan dolayı (kuantumdan oluşageldiğinden ötürü) sonsuzdur.[17]
Üstteki yazıyı bağlama açısından -Özel görelilikle kuantum mekaniğinin birleştirilmesi olan- “Kuantum Alan kuramı” hakkında bilgi verilmesi gerekir. Bu kuram kuantumdaki ikilik olan dalga-parçacık durumuyla Özel görelilikteki “madde, enerji ve hareketin şekil alabilirliğini” (değişkenliğini) -kuantumu başa alarak ya da kuantum çerçevesinde- birleştiriyor. [Bu kuram üzerinde Tōichirō Kinoshita’nın (d. 1925) binlerce sayfa araştırması bulunmaktadır.] Bu kuramda, elektromanyetik kuvvetle -etkileşebilen- madde parçacıklarının -fermiyonların- etkileşimine “kuantum elektrodinamiği”, zayıf kuvvetle -etkileşebilen- fermiyonların etkileşimine “kuantum elektrozayıf” (burada parantez giriyorum, zayıf ve elektromanyetik kuvvetin “elektrozayıf” olarak birleştirildiğini işlemiştik, işte bu, Kuantum Alan kuramı sayesinde olmuştur, devam), güçlü kuvvetle -etkileşebilen- fermiyonların etkileşimine ise “kuantum kromodinamiği” -renk ya da güç dinamiği- denir ve bu üçü Kuantum Alan kuramını oluşturur, bu kuramda bu bileşenlerin hepsi birer alandır (kuantum alanıdır). Şişme konusunda Higgs’in alan olduğunu işlemiştik, Sicim (Süpersicim-M) konusunda da kütle çekiminin -gravitonun- alan olduğunu işlemiştik, şimdi, sonuçta, Standart Model’deki tüm bileşenlerin (madde ve kuvvet parçacıklarının ya da fermiyon ve bozonların) ve kütle çekiminin hepsi kuantumdan oluşagelen-titreşen alanlardır, şimdi toparlayacak olursak en sonuçta, çoklu evrenler bağlamında, Sicim (Süpersicim-M) kuramında sonsuz sayıdaki evren (ve, veya, ya da) sonsuz sayıdaki farklı parçacıkların hepsi kuantumdan oluşagelen-titreşen alanlardır, “yani kuantumdur”. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.[18]
Sicimlerin titrenimlerinde -yani sicimlerde veya kuantumsal olan sicimlerde- “an ve konum” (yani uzay ve zaman) belirsizdir. Burada, görelilikteki gibi bir izafilik (görelilik) söz konusu değildir, görelilikte bir referans -temel- olay, gözlemcilere göre izafileşir, ama -anlaşılması için benzetmeyle basitleştirerek- sicimlerin -sicim titrenimlerinin- üzerinde olan bir olayın “‘ne zaman ve nerede’ gerçekleştiği”, sicim(ler) üzerindeki gözlemcilere göre belirsizdir. Buradan çıkan sonuç da şudur: Uzay-zaman bir temel değildir, uzay-zamanın bir temeli yoktur, daha doğrusu uzay-zamanda bir temel aramak anlamsızdır, “temel” kavramı, makronun insan zihninde oluşturduğu bir yanılsamadır, uzay-zaman, kuantumun bir yansımasıdır.[19]
Gördüğümüz hiçbir şey kesin olarak öyle oldukları için biz onları öyle görüyoruz değil, öyleki ya da böyleki ortalamalarının bir yansımasını gördüğümüz içindir, yani evrende kesin olan bir şey yoktur, evren ortalamalarla doludur, her bir şey ortalama silsilesindedir. Bu hem mikroda hem de makroda böyledir. Mikrodaki rastgele kuantum salınımlarının bir ortalaması görüntüye dönüşür, beynimiz makroda gördüklerimizi en küçük detaylarına kadar çözümlemez, ortalamayı alır ya da görür. Aslında uzay ve zaman bu ortalamalardır. Evrenin en temelinde ne var, sorusunun cevabı kuantuma göre şudur: “En temel düzeyde kendisine benzeyen hiçbir şey” yoktur.
Denilebilir ki -veya diyebilirim ki- nasıl bir sorunun çözümüne farklı yollardan ulaşılabiliniyorsa bu “evren” de ne bir sorudur ne de bir cevaptır, evren, çözüm yollarının ta kendisidir, farklı çözüm yollarına bürünebilendir, bakanın şeklini aldığı bir yoldur, sonsuz sayıdaki yollardan sonsuz sayıda ortalamala (yansıma, hologram) çıkabilir. [Chandra Mohan Jain’in (Osho) (1931-1990) ifade ettiği gibi, başladığın ya da vardığın nokta önemli değil, önemli olan yolun kendisidir.][20]
Madde ve kuvvet parçacıklarında olduğu gibi kara delikler de sicimlerin titreşim örüntülerinden oluşagelir, parçacıklara su dersek kara deliğe buz diyebiliriz ve bunlar aslında bir paranın iki yüzü gibidir, yapı taşları aynıdır, “H2O”dur, titreşim örüntüleridir ya da Calabi-Yau örüntüleridir: Kara delikler titreşim ya da Calabi-Yau ya da “zar”ın şeklinin (formunun ya da örüntüsünün) farklı bir fazıdır ya da faz geçişlerinden biridir, kütleli sicim titreşim örüntüsünün kütlesiz sicim titreşim örüntüsüne dönüşmesiyle, yani “yapı”nın giderek-küçülerek çökmesi diye belirttiğimiz durum (sıfır boyuta çökmek, 1-2-3 vs. boyuta çökmek ve-veya-ya da sonsuza çökmek) aslında örüntünün bir faz değişimiyle sonuçlanır, buna “uzayda yırtılmaya yol açan konifold geçiş” denir (yırtılma ya da delinme), böylelikle bir kara delik oluşmuş olur (Konifold geçişlerde Genel görelilikte bir “felaket-facia” söz konusudur, ama kuantumda değildir.). Kara delikler özde (içte, aslında) (dikkat) kütlesizdir, bu çöküş aşamasında kütleden kütlesize dönüşegeldiğinde “dışarıya” kütle çekimini -dolaylı olarak- verir (ya da bizim gördüğümüz evrende bu kalır). Konifold geçişler küçükten büyüğe (Planck ölçeklerindeki ve -veya- mikro kara delikler de dahil) tüm kara delikler için geçerlidir (Evren başlarda kara delik benzeri gibiydi, gördüğümüz evren bu şekilde tersine bir faz geçişiyle “erime”yle oluşmuş olabilir.). Kara deliğin “içinde” ne olduğunu anlamlandıramamız, bizim bu örüntü içinde olanları anlamlandırabilmemizden ya da bu “faz”da olduğumuzdan dolayı, başka bir “faz”ı betimleyememizden ötürüdür, ama parçacıkların ve kara deliklerin birer “faz” olduğunu biliriz. Ayrıca kara deliklerde de evrenlerin olma ihtimali vardır, bu, kuram değildir, ama olabilirliği de vardır. Konifold geçişle oluşan, başka bir faz olan bir kara delikte (bir kara deliğin merkezinde), bizim erişimimize kapalı, olay ufkunun gizlediği, kendi “Şişme”sini (“Büyük Patlama”sını) yaşayan bir evren bulunabilir. Her bir evrende kara delikler, her bir kara delikte bir evren olmak üzere, bu şekilde her evrendeki kara deliklerle sonsuz tane evren (-ler zinciri) bulunabilir -buraya tekrar değineceğiz-.[21]
Şunu da eklemeliyim diye düşündüm. Tedirginlik (pertürbasyon, yaklaşıklık) kuramı hiçbir zaman %100 bir determinizmin (neden-sonucun) olamayacağını söyler ve bu gerçektir. Örneğin her bir şey diğer her şey üzerinde -yani, her bir şey her şeye, her şey her bir şeye ya da herhangi bir şey her şeye, her şey herhangi bir şeye- bir kütle çekimi kuvveti uygular, bu yüzden Dünya’nın hareketini “kesin olarak belirlemek imkânsızdır”, sadece yaklaşık olarak bilinebilir. Kütle çekimi dışında diğer tüm etkilerin de her bir şeye -doğrudan ya da dolaylı olarak- etki ettiğini unutmayın. Bu bağlamda makrodaki -küçükten büyüğe- cisimlerin durumlarını %99,99…, %98, %95, %70, %50 vs. gibi oranlarla bilebiliriz, ama bu hiçbir zaman %100 olamaz, bu da sebep-sonuç olan determinizmin aslında hiçbir zaman, hiçbir yerde olmadığını gösterir, sadece öyle ya da böyle (az ya da çok) bir “yaklaşıklık” -pertürbatiflik- vardır. Mikroda (kuantumda) “belirsizlik” vardır, makroda ise “tedirginlik” vardır. Elbette ki makroda -her ne olursa olsun, tüm- olayların sebebi ne ise sonucu da o olur, öncesi ne ise sonrası da (geçmişi ne ise geleceği de) o olur, diye düşünebilirsiniz, bu, her ne kadar -kısmen ya da neredeyse- doğru olsa da yine de -ama- eksik düşünmüş olursunuz ya da tam olarak doğru düşünmüş olmazsınız, çünkü Tedirginlik kuramı buna izin vermez, sebepler-sonuçlar ve bunların arasındakiler öyle ya da böyle (yüksek ya da düşük) birer yaklaşıklıktır -yaklaşıktır-, bu yüzden %100 bir determinizmin olmaması, “determinizm” diye bir kavramın da olmadığını bize gösterir. Ayrıca -yanı sıra- makro evrende Tedirginlik kuramına uymayan örnekler de vardır, örneğin benzer kütlelere sahip ve birbirlerinin etrafında dönen üçlü bir yıldız sisteminde bu yıldızların hareketini yaklaşık olarak bile belirleyemeyiz, çünkü “etkisi diğerlerini gölgede bırakan tek bir [büyük] kütle çekimi ilişkisi yoktur”, iki yıldız olsaydı yaklaşıklık olurdu, fakat üçüncü yıldız işin içine girdiğinde yıldızların hareketini yaklaşık olarak düzeltmek mümkün değildir, çünkü bu düzeltmeler “yaklaşık değer kadar ciddi bir büyüklükte” olacaktır. Bu tarz -ve benzeri- örnekleri gerek gök cisimleri kadar büyük gerekse de Dünya’daki bir leblebi kadar küçük ya da daha büyük ve daha küçük ya da insan yapımı ve insan yapımı olmayan cisimler olarak çoğaltmak mümkündür (Şu örnekleri de verebilirim: Yan yana -değerek- duran iki bilardo topuna, diğer topla ortadan vurduğumuzda topların hareketini yaklaşık olarak bilemeyiz ve insan yapımı olup, harekete imkân verecek bir şekilde üstten bir yere ve birbirine -eklemli olarak uçlardan bağlı- sabitlenmiş -iki ince uzun çubuk olan- çift çubuklu sarkacı -ki bu sarkacın tepesi, ortası ve ucu, yani üç yerden, hareket edecektir ki bu sarkacı- kaldırıp bıraktığımızda yapacağı hareketi yaklaşık olarak bilemeyiz.). O hâlde şöyle düşünüp, şu soruları sorup neticede şu bağlamı yapabilirim: Her şey zıddıyla var ise, determinizmin zıddı tesadüf ise, determinizmin olmaması tesadüfün de olmadığı anlamına mı geliyor? Yoksa her bir şey %100 determinizm ile %100 tesadüf arasında mı olup bitiyor? Bu iki zıt uç yok ise tüm olup bitenler nasıl oluyor! Ama biz fiziğe baktığımız zaman evrende “her şey zıddıyla vardır” sözünün yanlış olduğunu anlarız (Parçacık-anti parçacık, parçacık-sparçacık vs. gibi durumlarda bir zıtlık var gibi görünse de aslında yoktur, bu, sözdedir, özde her iki durum da aslında birer enerjidir ve burada enerjinin kendini yok etmesi durumu söz konusudur, -önceden bahsettiğimiz üzere ve tabii ki fizikte bildiğimiz üzere- belirtmek istediğim aslında şuydu: Sıcaklığın olmadığı bir yer yoktur, soğukluk da bir sıcaklık değeridir; evrende boşluk-yokluk yoktur, çünkü her yeri enerji ile doludur; evrende karanlık yoktur, ışığın az olduğu yer vardır, çünkü her yer ışık ya da fon ışımasıyla doludur vs.), bu bağlamda evrenin ve olup bitenlerin tesadüf (belirsizlik), yaklaşıklık ve ortalamalar olduğunu düşünebiliriz.[22]
Son olarak şöyle “güzel bir bitiriş” yapalım. Bir elektron ve onun anti parçacığı pozitron çarpıştığında birbirlerini ortadan kaldırır ve foton olarak bir enerji açığa çıkar, bu foton -onu var eden- “baştaki elektron-pozitron çiftinden aldığı” enerjiyle “çok kısa” süreliğine varlığını sürdürür, sonra enerji(yi) serbest bırakı(lı)nca “başka bir elektron-pozitron çifti” üreti(li)r. Bu durum, sicimlerin titreşim örüntülerinden sadece biridir: İki sicim -etkileşime girip- birleşerek (çarpışarak, birbirlerini ortadan kaldırarak -ilgili titreşim örüntüsüne sahip-) üçüncü bir sicim oluşur, bu da tekrar (“baştaki iki sicimden aldığı” titreşimi serbest bırakarak) iki sicime ayrılır. Buna benzer bir biçimde -gördüğümüz evreni evren yapan- “fiziksel süreçler, titreşen sicimler arasındaki” -bu gibi, benzeri- etkileşimlerden oluşur. Elbette ki bu anlatım, sicimler kuantuma tabi olduğu için matematiksel ifadelerin -sözde olarak- söze-sözele dönüştürülmüş hâlidir. Sicimlerdeki kuantum dalgalanmaları, parçacıklardaki kuantum dalgalanmalarından daha çoktur ve -veya- sicimlere kuantum dalgalanmaları, parçacıklara ise kuantum dalgalanmalarımsı diyebiliriz, bunu aklınızda tutun ve devam edelim. Dikkat! Her sicimin anti sicimi vardır ya da tüm titreşim örüntülerinin karşıt titreşim örüntüleri vardır. Sicim-anti sicim çiftleri “kuantum hiçliği”nden ya da “kuantum her şeyliği”nden oluşadurur, bunlar -Planck zamanı sürelerinde yani en kısa sürede, en hızlı bir şekilde- birbirlerini yok eder, sonra tekrar oluşur ve tekrar birbirlerini yok ederler ve bu, bu şekilde devam ededurur: Sicim-anti sicimler birbirlerini yok ederken bir (sanal gibi, gölge gibi) “iz” bırakır, biz de bu izlere parçacık deriz, bu parçacıklardan da gördüğümüz evren oluşadurur. Sicim-anti sicim çiftlerinin birbirlerini yok etmesi, -Planck altı olan- “tamamen kuantum”u biraz da olsa yatıştırarak (parçacıklar ya da gölgeler-sanallıklar yani) izler bırakması -“oluşturageliştiredurması” anlamına gelir. Bu etkileşmelerde ve -veya- yok edimlerde “kesin ve tümüyle belirlenebilir bir zaman ve yer” yoktur -ve kuantuma tabi olduğu için- dolayısıyla -bu yüzden- -diyebilirim ki- sicim-anti sicim ve yok edimlerine “kavram”, parçacıklara “olgu ya da varlığımsı” ve bu parçacıklardan oluşagelen gördüğümüz evrene de “varlık” denilebilir. Yok edimlerde zaman, mekân, hareket vs.nin olmaması ve parçacıkların oluşadurması ve -veya- parçacıklardan gördüğümüz evrenin -sürekli değil- süreksiz olarak durmadan oluşagelmesi, evrenimizin bir yaratılarak, bir yok olarak -andan ana- süreksiz (kesikli) ama anbean -zihin almaz bir şekilde ya da zihnimizin fark edemeyeceği bir biçimde bir an var, bir an yok- olarak oluşagelmesi söz konusudur. Umarım anladınız. Şimdi de bitirişin “final sahnesi”ni yapalım.[23]
Final sahnesinden önce daha önce işlediğimiz şu kısa bilgileri verip, şöyle düşünüp, çıkarım yapıp şunları söyleyebilirim: Evreni geriye doğru sardığımızda sonsuz sıcaklık, yoğunluk vs. olduğunu düşünebilirsiniz, ama bu yanlıştır, hem burada denklemler çöker hem de zaten buna Planck birimleri değerleri izin vermez, “evren başlangıçta” Planck birimleri değerindeydi, daha doğrusu -diyebilirim ki ya da denilebilir ki- buna başlangıç değil de “başlangıcımsı” ve buradaki evrene de “evrenimsi” diyebiliriz, çünkü “burada” -Planck birimlerinde- çok şiddetli kuantum geçerlidir, zaten “altı” da tamamen kuantumdur, bu bağlamda “başlangıç”, ilk anlarda “kademe kademe” oluşagelmiş diyebilirim, daha doğrusu -derin düşündüğümüzde- aslında mutlak (%100) bir başlangıç ve sonun “net” değil, “belirsizimsi, bulanığımsı” olduğunu-olacağını ya da -herhangi bir şekilde, herhangi bir yerde- her türlü başlangıç ve son diye isimlendirmelerin ol(a)mayacağını [olup bitenlerin, olmayan bu iki ucun arasında olduğunu, bu iki uç yoksa bu aradaki olanların da aslında “olamayacağı” bağlamında ve “her şey zıddıyla vardır”ı düşünürsek -yani olmamanın karşısında zıddı olmak yoksa olmamaya nasıl olmamak diyebiliriz ki ya da- “olmak” yoksa “olmamak” da geçersiz olacağından ya da “olmamanın anlamı olmamak olamayacağından” ya da tersi, olmanın anlamı olmak olamayacağından (varoluş-yokoluş), yani -yine- olmanın karşısında zıddı olmamak yoksa olmaya nasıl olmak diyebiliriz ki, ya da yok yoksa var nedir, yok yoksa “var”a nasıl var diyebiliriz, başka bir “şey” dememiz gerekmez mi, yani varın zıddı yok yoksa vara nasıl var diyebiliriz ki, ya da tersi, var yoksa yok nedir, yani -yine- yokun zıddı var yoksa yoka nasıl yok diyebiliriz ki, senlik-benlik kavramlarını da metafor tarzında üst yorum olarak katabiliriz belki, bu bağlamlarda] ve daha da doğrusu aslında başlangıç ve sonun (aradakilerin) (sonsuzluğun, evrenin, zamanın, boyutların vs.) sadece bir algıdan ya da sadece bir insan tanımlamasından (ya da sedece insanların birer “tanımlama”larından) ibaret olduğunu, bir yanılsama olduğunu -söyleyebilirim ve bunu- anlamış olduğunuzu da umarım, yansıma demedim, yanılsama dedim, çünkü, neyin yansıması, diye bir soru sorulabilirdi, ama, neyin yanılsaması, sorusu pek anlamlı olmuyor, çünkü hiçbir şeyin, her bir şeyin, herhangi bir şeyin, belirsizlikten çıkagelen herhangi bir şeyin, belirsizliğin yanılsaması, hatta “kendine yanılsama” bile olabilir, ama şaşıracaksınız ki bu söylediklerimden “‘düş'(ünce)ler(‘im’)den” “öte” -bunları kapsayıcı ya da değil ya da her neyse- daha ilginç, hem de çok acayip şeyler var -buraya kadar çokça acayip şey yazdığımız yetmezmiş gibi-, hazır olun, şimdi başlayalım, final sahnesi gelsin.
Boyutların ya da Calabi-Yau ya da zarların belirli bir şekli yoktur, sonsuz formda ya da sonsuz farklı formdan biri olabilir ve bunlar birbirleriyle yer değiştirse bile sonuç değişmez, aslında hepsi aynı “sistem”in (ya da aynı kuramın, M-kuramının) farklı fazlarıdır. Şimdi bunun ne demek olduğuna bakalım.
Bir değer “çözüme” ya yaklaşıktır ya da değildir, yaklaşık olması hâlinde net değere -çözüme- yaklaşıktır, ama yaklaşık “olmaması” hâlinde bu değerler sonsuz olasılıkta olabilir. Sicimlere, boyutlara, Calabi-Yau şekillerine, zarlara; kendinize, ağaca, Güneş’e; mikrodan makroya aklınıza gelecek her şeyin referans noktası nedir ya da bu “değer”ler (veya bunların değerleri) neye göre yaklaşıktır, nereye-nasıl-neden yaklaşır? Yaklaşık, yaklaşık mıdır, yaklaşık gerçekten de yaklaşık mıdır ya da yaklaşık değer yaklaşık mıdır?
Evrenimize “evren” diyebilmenin “neliği” nedir? Şu örneklendirmelerimi ve çıkarımlarımı yapabilirim: Evrenimize ceviz kabuğunun içindeki ceviz diyelim, evrenimiz ve tüm bileşenleri bize ceviz -ya da cevizin kıvrımları gibi- görünecektir, şimdi “ceviz”in sonsuz tane farklı “yapı”dan sadece biri olduğunu düşünün, bizler sadece cevizi -ya da kıvrımlarını- ölçüp anlamlandırmaya çalışıyoruz, hâlbuki altı üstü ceviz işte, bir “şey” -örneğin biz- “içinde” bulunduğu ya da o veya ondan olduğu “yapı”yı bilir, bildiklerimizden bilinmeyenler üretiriz ya da bilmediklerimiz bildiklerimizden kaynaklıdır -cevizdeki şu kıvrım daha büyük olabilir mi, gibi-, mavi ışığın foton dalgası içindeki herhangi bir mavi ışık fotonu için evren, mavidir, nereye baksa mavidir, onun için her şey mavidir, diğer renkleri-yiyecekleri bilip bilmemesi “önemsizdir”, o mavinin ta kendisidir zaten, ceviz için de o cevizin ta kendisidir zaten, burada “bil”me kavramı da ortadan kalkar, o odur işte. Bu bağlamda M-kuramı bize, cevizin portakal, mavinin kırmızı da olabileceğini (cevizin kırmızı, portakalın mavi olabileceğini vb. vs. vd.), daha doğrusu bir olasılığın sonsuz sayıdaki olasılıklardan her biri ile yer değiştirse dahi “sonucun” değişmeyeceğini söylüyor, diğer bir deyişle tüm olasılıkların olabileceğinin aynı anlama gelmesi durumu söz konusudur ya da başka bir deyişle bir şeyin yaklaşık ve yaklaşık olmayışındaki sonsuz olası değere ve bu değerlerin aynı “şey”in farklı fazları olması durumuna ve de bu değerlerin yer değiştirse bile sonucun değişmeyeceğine, çözümün yine de doğru olacağına ya da aynı şey olacağına kısaca “İkilik kuramı” denir, buraya tekrar değineceğiz.
Evrenimizin bu “yapıya sahip olmasını garanti eden bir şey yoktur”. Evrenimiz tasarlanarak yapılamaz. Calabi-Yau şekilleri belirli değildir, sonsuz olasılıkta olabilir.
Daha önce -üstte- anlattığımız Tedirginlik (Pertürbasyon) kuramı, kütle çekimi bağlamında makrodaki hâliydi, ama -diğer her türlü sonsuz bağlamlar açısından- bu kuram Sicim kuramına, Sicim kuramı formüllerine, diğer kuramlara ve çözümlemelerine, mikroya, makroya, mikrodan makroya ve -veya- bir şeyi analiz ederken ona, kısaca her şeye uygulanabilir ya da her şeyde -her bir şeyde- bu vardır.
Bir matematik probleminin -ya da herhangi bir sorunun- çözümüne sonsuz yollardan ulaşılabilinir, Tip I, Tip IIA, Tip IIB, Heterotik O (32) ve Heterotik E8xE8 gibi Sicim kuramı çözümlemelerinde de evrenin neliğinin -evren nedirin- sonsuz tane çözümü vardır, daha doğrusu -yani daha ilginci- burada problem, çözüm yolu ve çözüm sonucu değişse bile -değiştirsek bile- evren nedirin cevaplarının-çözümlerinin her biri doğru çıkıyor, yani evrenimizin (süpersimetri, titreşim örüntüleri vs. hepsi) komple-tüm özellikleri başka özelliklerle değişse sorun olmuyor, yani tek bir gerçek yok, ilginç, üstelik çözümlemeler kesin değerlerde değil yaklaşıktır ve her çözümlemede -doğal olarak- yaklaşıklık (pertürbasyon) değişmektedir, -bunu zihinde kısmen canlandırabilmek ya da “hayal” edebilmek açısından örnek verecek olursam- bu, bir çözümlemenin yaklaşıklığı, evrenin bir elma benzeri olduğunu, diğeri, kavun -benzeri- gibi olduğunu, bir diğeri bambaşka bir “şey”in benzeri gibi olduğunu söylemektedir, hem yaklaşıklığın içindeki hem de yaklaşıklıklar arasındaki sonsuz olasılıklar bağlamında -söylenilebilinir ki- yaklaşıklık terimi-kavramı bile anlamsızlaşıyor, ama M-kuramı bunların, birbirlerinin yansıması ya da birer yanılsama olduğunu ya da aynı şeyin farklı görünümleri olduğunu söyleyerek üstesinden gelebiliyor.
Kuantum dalgalarından oluşagelen sicim(lerin) etkileşimleri (sicim eşleşme sabiti) belirsizliğinin pertürbatif çıkarımları -çözümleri, sonsuz yolları, genel olarak- ikiye ayrılır: yaklaşık sonuca -değere- ulaşabileceğimiz (a) (ki bu anlamlıdır) ve yaklaşık sonuca -değere- ulaşamayacağımız (b) (ki bu anlamsızlıktır). Bu sorunu, M-kuramı içindeki “İkilik kuramı” -bunlardan “öte” olarak- aşmaktadır. Bu çözümlemeler, özde aynı şeyin sözde farklı görünümleri gibi (su, buz vesaireye a ve-veya-ya da b dersek, değişebilen sıcaklığa sicim eşleşme sabiti dersek temelin H2O olması gibi) ya da bir üst fiziğin farklı tercümeleri gibi eş değerdir. Sicim kuramı içinde bulunan “Kendinde İkilik” kuramında evrenimizin hacminin (büyüklüğünün ve -veya- özelliklerinin, bileşenlerinin; geometrisinin ya da topolojisinin) “V” değerinde olmasıyla “1/V” (1 bölü V) değerinde olmasının aynı anlama gelmesi ile yine Sicim kuramı içinde bulunan “Ayna Simetrisi” kuramında Calabi-Yau şeklinin sonsuz sayıda farklılıkta olabilmesinin -bize “ilk bakışta tümüyle farklı görünen evrenler” sunsa da- aynı anlama gelmesi vd. vs. gibi durumları İkilik kuramı -11. boyutta “a” ve “b”yi birleştirerek- güzel, köklü ve yeni bir biçimde birleştirmiştir. Dikkat! 11. boyut “zar”ın (a) genleşmesidir ya da büyümesidir, daha doğrusu -“içkin ya da aşkın, kendinde gizlenmiş”- “büyüklüğüdür” (b) -bence bu, yüce, mistik, eşsiz, benzersiz vs.dir-. Diğer bir deyişle zarın (a) eşleşme sabitinin pertürbatif çözümleri “b” ikenki hâli 11. boyuttur. Sonuç olarak Pertürbasyon, Kendinde İkilik, Ayna Simetrisi, İkilik kuramları vs., konifold geçişler, Calabi-Yau uzayının -ya da şeklinin- değişebilmesi, eşleşme sabitlerinin değişebilmesi vs. sayesinde her şeyin -ya da her bir şeyin- “birlik” olduğunu görürüz veya M adlı tek bir kuramın ya da “aynı şeyin” farklı fazları olduğunu görürüz veya “kuantum hiçliği ya da her şeyliği” olduğunu görürüz.[24] [Kitapta en zorlandığım konu bu Sicim (Süpersicim-M) kuramı oldu, ama sonuçta tamamlandı, bu arada beynim de bitti.]
Diğer evrenlerde bizimki gibi canlıların olduğu evrenler ne kadardır, sorusunun cevabı, sonsuz tanedir, daha doğrusu sonsuz farklılıkların da her biri ayrı ayrı sonsuz tanedir, sonsuz içinde sonsuz ya da sonsuzlar içinde sonsuzlar, şimdi bunun neden böyle olduğuna, -daha önce bahsettiğimiz- tüm kuramları -ve bu kuramlarda bahsettiğimiz ilgili tüm bilgileri- işin içine katarak bakalım. Yaşamın olduğu evrenler sonsuz tanedir, yaşamın olmadığı evrenler de sonsuz tanedir, başka bir “şey”in olduğu evrenler de sonsuz tanedir, sonsuz tane farklılıkların olduğu evrenler de ayrı ayrı olarak sonsuz tanedir, hatta “hiçbir şeyin” olmadığı evrenler de sonsuz tanedir. En baştan başlıyorum.
Çoklu Evrenler kuramında “paralel ve şişmeye dayalı” evrenler kuramları vardı. Paralel evrenlerdeki “fizik” aynıdır ve sonsuz tane paralel evren vardır, bu yüzden bunların büyük çoğunluğunda (neredeyse tamamında) yaşam vardır. Sonsuzun büyük çoğunluğu -ya da neredeyse tamamı- yine sonsuzdur.
Sonsuz nedir, sorusu -diyebilirim ki- zihnimizin alamayacağı bir “kavram” olmakla beraber ilginç bir sorudur, çünkü sonsuzun %1’i de sonsuzdur, sonsuz içinden verilebilecek her yüzde oranı -elbette yine- sonsuzdur, sonsuzun %0,000…001’i de -ki arada sonsuz tane sıfır olsun- yine sonsuzdur ve -ya da- %0,000… en son 1 gelecek ama o 1 bir türlü gelmiyor, sıfırlar sonsuza kadar gidiyor, burada sonsuz küçüğe gitme durumu söz konusu, bu sonsuz küçük de sonsuz büyük içinde yine sonsuzdur, böylelikle bizim baktığımız açıdan (sonsuz büyük içinde % olarak) sonsuz küçük, sonsuz büyük ile aynı anlama gelir. Yani sonsuza giden bir sayının -sonsuz bir sayının- her % bilmem kaçı yine sonsuzdur. Şimdi bunu unutmayın ve devam edelim.
Şişmeye dayalı evrenlerde fiziğin aynı olduğu evrenler sonsuzdur ve fizikteki değerlerin farklı olduğu evrenler de sonsuzdur. Burada bizim için “fizikteki değerlerin farklı olduğu” kısmı önemli ve bu, şu anlama geliyor: 4 Temel kuvvetin, parçacıkların vs.nin değerlerinin çok az ya da çok fazla farklı olması durumudur, bir kuvvetin değerinin çok küçücük farklı olduğu, diğer her değerin aynı olduğu vs. ya da tüm değerlerin ya da bazısının öyle veya böyle farklı olduğu tüm -sonsuz- olasılıkları düşünün. Buradaki evrenlerin büyük çoğunluğunda (neredeyse tamamında, ama sıfır değil) yaşam yoktur: Çoğunda yıldızlar oluşamıyor ya da bazısında şu oluşamıyor, bu oluşamıyor ve kuvvet ve parçacık listesi değişiyor-farklılaşıyor, hiç “bilinemeyecek” olmamak üzere farklı şeyler oluşuyor vs.[25]
Kerem Cankoçak şunları söylemektedir: “Tasarlanamayan bir evrende yaşıyoruz. Çünkü kuantum fiziği, modern kozmoloji, bütün her şey evrenin tasarlanamaz olduğunu gösteriyor. …karşı… olarak… ince ayar [iddiasını] …ortaya atıyorlar, yani evrenimiz çok ince ayarlanmıştır şeklinde. Bunun da böyle olmadığını fizikçiler gayet güzel açıkladılar. …fizik parametreleri farklı şekilde de olsa yine (canlı yaşamın çıkabilmesine yetecek kadar) yıldızlar… oluşabilir. Bunu fizikçiler gösterdi. Yani ince ayar… tamamen geçersiz[dir] (…) Farklı da olsa fizik sabitleri, farklı evrenler çıkabilir… bu kesin.”.
Cankoçak: “…fizikçiler… bunlarla [fizik parametreleriyle]… oynayarak yeni evren simülasyonları yaptılar. (…) Çok farklı kombinasyonlar denediler ve bir çok farklı evren ortaya çıkartabildiler. Yani sonuçta evrenimiz ince ayarlanmış falan değil. Bu parametrelerle oynayarak yaşamın evrimleşmesine yol açacak kadar… yıldızlar ortaya çıkartabildiler. (…) Bunu simülasyonlarla ispatladılar. Yani bu parametreler ince ayarlı değil. Bir çok örnek verilebilir… [çok fazla fizikçi] bütün bu parametrelerle oynayıp daha farklı evrenler olabileceğini ortaya koydular. (…) Sonuç olarak… kuantum fiziği ve kozmoloji, evrenin tasarlanamaz olduğunu gösteriyor. (…) Evrenin tasarlanamaz olduğunu söyleyebiliriz gayet rahatlıkla.”.
İnce ayar iddiası şudur: Evrenimizdeki fizik sabitleri azıcık farklı olsaydı bu evren oluşamazdı. Kerem Cankoçak şunları ifade etmektedir. Bu iddia kesinlikle yanlıştır ve yanlış olduğu fizikte kanıtlanmıştır. Bu evren tasarlanamaz. Hiçbir evren tasarlanamaz. Yani tasarlanarak (hesaplanarak) bir evren oluşturulamaz. Kuantum fiziği ve modern kozmoloji bunu kanıtlar. Yani sonuçta fizik sabitleri (ve parametreleri) farklı da olsa diğer evrenler olabilir, evrenimiz, evrenimize benzeyen evrenler, yaşamın bizimki gibi olduğu evrenler, yaşamın olduğu ama bizimkinden farklı olduğu evrenler, bambaşka evrenler vs. olabilir. Karanlık enerji değerinin farklı olması için de bu geçerlidir.[26] Brian Greene şunları söylemektedir. Karanlık enerji değeri farklı olsa bile -ki bu en uç noktadır- diğer evrenler olabilir. Diğer evrenlerde “bazıları bizimkinden büyük ölçüde fark gösterirdi, gördüğümüz hiçbir şeye benzemeyen özelliklere sahip olurdu. Aslında çoklu evrendeki bazı evrenlerde ışık, madde veya tanınabilir hiçbir şey olmayabilir. Tanıdığımız şeylerden pek farklı olmayan özelliklere sahip ama yaşamın tamamen farklı bir şekil aldığı, belki de bize son derece garip gelecek yöntemlerle iletişim kurdukları yerler olabilir. Matematiksel hesaplamalar… [bazılarının] bizimkine benzeyen evrenler… [olduğunu gösterir].”. Bazılarında da evrimleşme sürecinin farklı ilerlemesi sonucu çok farklı canlı türleri oluşabilir.[27] (Bu konuda daha fazla bilgi için Kerem Cankoçak’ın ilgili sonnottaki kaynaklarda belirttiğim 1 tane röportaj ve 2 tane sunum videosundaki ilgili süre aralıklarını izleyiniz ve Brain Greene’in ilgili sonnottaki kaynakta belirttiğim belgeselindeki ilgili süre aralığını izleyiniz.)
Fiziğin aynı olduğu evrenlerin sonsuz tane olmasını (a) ve fizikteki değerlerin farklı olduğu evrenlerin sonsuz tane olmasını (b) tam anlayamamış olabilirsiniz, açıklayayım: Değerlerin farklılığı sonsuz tane olduğundan değerlerin farklı olduğu sonsuz tane evren vardır (b), bu sonsuz tane evrenin her birinden de sonsuz tane evren vardır -yani değerlerin farklı olduğu sonsuz tane evrenin her biri de ayrı ayrı olarak değerlerin aynı olduğu sonsuz tane evreni barındırır- (a). Başka bir deyişle “a” için şudur: Değerleri farklı olan sonsuz tane evrenin her birinin içinde (kendisinde) -biliyorsunuz ki- gerçekleşebilecek olasılıklar sonsuzdur, yani Paralel evrenlerde olduğu gibi -yani bir evrenin başlangıcından sonuna kadar olabilecek küçük ve büyük, öyle ya da böyle tüm olayların sonsuz farklı olasılıkta gerçekleşebilmesi gibi- bu sonsuz farklı olasılıkların her birinin gerçekleştiği sonsuz tane evren vardır. Ayrıca şunu da belirtmemiz lazım, buna da “c” diyelim, c şudur: “a”daki bu sonsuz tane evrenin her birinin de sonsuz tane tıpatıp aynısı vardır, yani bunlardan herhangi birinin tıpatıp aynısı olan evrenlerin sayısı da yine sonsuz tanedir ve bu, her biri için geçerlidir. “c” durumu -elbette ki- birkaç üstte bahsettiğimiz paralel evrenler için de geçerlidir, yanı sıra bu son durumu da (yani “c”yi de) “a -ve- ya da b”yi söylediğim zaman -üstte söylemiştik orada da, altta da söyleyeceğiz oralarda da- işin içine katın.
Ayrıca kara deliklerde de evrenlerin olma ihtimali vardır, bu kuram değildir, ama olabilirliği vardır. Bir kara deliğin merkezinde, olay ufkunun gizlediği, bizim erişimimize kapalı, kendi “Şişme”sini (“Büyük Patlama”sını) yaşayan bir evren bulunabilir (konifold geçişleri hatırlayın). Bu şekilde her evrendeki kara deliklerle sonsuz tane evren (-ler zinciri) bulunabilir. Burada da fiziğin aynı olduğu evrenler sonsuzdur ve fizikteki değerlerin farklı olduğu evrenler de sonsuzdur, fakat fizikteki değerlerin farklı olması durumu birbirine yakındır, yani bu değerlerin farklılığı çok değil, az -ya da çok az- olarak birbirine yakındır, çünkü bir kara delikten oluşagelen-doğan evrenin değerleri, kara deliğin oluştuğu-doğduğu ana evrenin değerlerine yakın olur. Dolayısıyla burada, değerlerin farklı olması açısından, şişmeye dayalı evrenlerdeki yaşamdan -oran olarak- -çok değil ama- daha fazla yaşam vardır.
Şimdi, M-kuramındaki zar evrenlere geçelim. Zar evrenlerde fiziğin aynı olduğu evrenler ve fizikteki değerlerin farklı olduğu evrenler sonsuzdur ve (dikkat) bambaşka fiziğin (bambaşka fiziklerin, farklı fizik yasalarının, farklı “kavram”ların, kavram dışı bilmem nelerin) olduğu “evren”ler de sonsuzdur -gerçi bu son durumdakine evren mi denilir, o muamma-.[28]
Zihnime şöyle ilginç (anlattıklarımızdan aykırı) bir şey de geliyor. Acaba evrenimiz sonsuz formda bir “sistem” mi ya da “formsuz” mu? “Form”u burada “bilinemez” olarak kullanıyorum. Biz canlılar bu sistemin bir form olasılığında evrimleştik de evren bize “biz” gibi mi görünüyor! Bu evrende başka bir form da “bilmem neleşen” “bilmem neylere” bu evren (sistem) başka mı gözüküyor? Bunu ayrı ayrı sonsuz tane evren için de düşünüp genişletebiliriz. Şimdi konumuza devam edelim.
Sanıyorum ki fizikteki değerlerin farklı olduğu bütün evrenlerde yaşamın olması sıkıcı olurdu, düşünsenize bu tür her evrende yaşam var ve bu evrenler aynı, bence bu iyi olmazdı, zaten böyle bir ihtimal de yok. Dediğimiz gibi, değerlerin farklı olup yaşamın olma ihtimalinin çok az, ama bu ihtimal oranı içinde yaşamın olduğu (aynı -ve- ya da aynımsı, benzeri olduğu, gerçi başka ne olabilirdi ki) sonsuz tane de evren vardır. O ihtimalin çok az (sıfıra aşırı yakın) olması, bence daha çok olmasından iyidir, çünkü çeşitlilik önemlidir. Ayrıca, ihtimal dışı (yani matematik-fizik dışı) olsa da -hayalden varsayıp- diyelim ki, bizim evrenimizdeki değerler dışında hiçbir evrende yaşam olamaz, yani sadece tıpatıp bu değerler olması lazım, fiziğin aynı olduğu evrenlerin (ayrı ayrı ya da tek tek) sonsuz olmasını da yoksayalım -ama bu işe yaramaz, şimdi göreceğiz-, farklı değerlerin sadece 1 kere olması imkânsızdır, yani evrenimizin sadece 1 kereliğine olması söz konusu olamaz, çünkü sonsuz içinde -elbette evrenimiz de dahil, tüm- farklı değerler tekrar edecektir, eğer böyle olmasaydı sonsuz, sonsuz olamazdı, ihtimal diye bir kavram da olmazdı. İhtimal varsa “zorunlu”luk da vardır, ihtimal yoksa zorunluluk da geçersizdir. Tüm fiziği bir kenara bırakalım ve diyelim ki, sadece bu evren var, başka hiçbir şey yok, o zaman bu evrenin olması bir ihtimal midir, evet öyle, o hâlde ihtimal diye bir şey varsa, diğer tüm evrenler de vardır. Bu sayede anlarız ki evren demek, fizik demek, fiziksiz evren olamıyor. Yanı sıra, eğer bu evrene “yok” dersek o zaman ihtimal de yoktur zorunluluk da (zorunlu olarak olması gerektiğini düşündüğünüz bir “şey” -ne derseniz deyin- o da olmayacaktır). Bu noktadan sonra insan düşüncesi ve “öte”si çılgınca bir felseye gidecektir, ama bundan daha çılgın bir felsefe, ihtimalin olması üzerinedir -ki zaten evrenimiz “var” ki bunu konuşabiliyoruz- (İhtimallerle “her bir şey”in -ne derseniz deyin- olması söz konusudur.). Bu daha çılgın -daha üst bir- felsefede ihtimal de zorunluluk da söz konusudur. İhtimal varsa zorunluluk da vardır, tüm ihtimaller gerçekleşiyorsa her ihtimalin olmasının zorunlu olması söz konusudur, daha doğrusu herhangi bir ihtimal kendi içinde ihtimale tabidir ve fakat tüm ihtimallerin gerçekleşmesi zorunluluğa tabidir, yani tüm ihtimallerin olması zorunludur. Diğer bir deyişle tüm ihtimallerin gerçekleşmiş olması ihtimal diye bir kavramı ortadan kaldırır, bu sayede kendi içindeki ihtimal ve kendi dışındaki ihtimalsizlik bağlamında ihtimalden zorunluluk ya da tersi oluşur, bu yüzden her bir ihtimalin olması ya da sizin-benim olmamız “zorunlu”dur. Durmadan sonsuz kere -tekrar tekrar- yaşayacağız mı, bu sıkıcı olmaz mı, dediğinizi duyar gibiyim, şeylerin dönüştüğünü-değiştiğini unutmayın, herhangi bir şey her şeye dönüşebilir, her şey herhangi bir şeye dönüşebilir, farklı her şeyler de vardır, bunların farkında olun.
(Bu bağlamda -ve- ya da ayrıca) insan dediğimiz şey, neden önemli olsun ki, insan, Dünya’da gelmiş geçmiş milyonlarca canlı türünden sadece birisidir, hadi bunu görmezden gelelim, yani insan, bu evrenden öte midir, sanmıyorum, çünkü bu evreni insan var etmedi, bu evren insanı var etti, yani insan, evrenin içinde evrimle oluştu. Hadi diyelim ki evrimle oluşsa bile yine de önemlidir, şimdi olaya bu açıdan bakalım ve bunun “ne”liği hakkında konuşalım.
Şimdi biraz zihin jimnastiği yapalım. “Canlı”lık nedir, yaşam-hayat nedir (?). Canlılık nerede başlar, nerede biter, bunların bir sınırı var mıdır (?). Yok gibi gözükmektedir. Hücreler parçacıklardan-atomlardan oluşur. Şu kadar atomdan sonra “işte size canlı” diyemiyoruz ki. Bir beyin nöronu tek başına canlı mıdır! Bir DNA tek başına canlı mıdır ya da koful, endoplazmik retikulum gibi bir organel tek başına canlı mıdır! Bunlar birleşiyor ve bir hücre oluşuyor, hücreler birleşiyor, bir yapı-organizma oluşuyor, onlar da birleşip canlı türlerini oluşturuyor. Canlılar birbiriyle bağlantılı olduğundan tüm canlılar tek bir “sistem” gibi midir (?). Evrendeki her bir şey öyle ya da böyle bağlantılı olduğundan evrenin tamamı aslında canlı mıdır? Canlılığın temel koşullarında bulunan üremeye bakalım. Yıldızlar da yaşam ömrünü tükettiği zaman dağılıp ya da süpernova olarak patlayıp (ölüp) sonra yeniden yeni bir yıldız olarak doğmuyor mu, evet öyle oluyor, galaksiler, gezegenler vs. de öyle. Zihni zihin yapanlardan biri de bilgi alışverişidir. Bir elektron bile fotonla bilgi alışverişi yapar, her bir şey diğer şeylerle bilgi alışverişi yapar. O hâlde öyle ya da böyle elektron da mı canlıdır, elektronun da mı bir zihni vardır? Evrenimizin tamamı aynı zamanda da bir zihin midir, bir bilinç midir, bir bilgi midir?
Bilgi nedir, bakanın bakılanın yanılsaması olduğu bir “ayna” mıdır! Bakan bakılanın yanılsamasıdır, bakılan bakanın yanılsamasıdır: Herkes birbirinin kurgusudur: Her bir şey birbirinin kurgusudur. Her bir şey hem bakan (gözlemci) hem de bakılan (gözlenen) olduğundan evrenimizin tamamı bir bilgi midir, bir aksiyom mudur, yoksa bir rüya mıdır? Öyle sanabiliriz ki bir şeye “işte budur” diyemiyoruz, her bir şey bulanık gibi, kesin sınırlar yok gibi, aralarda gezinmeler var gibi.
Zihin “evren dışı şeyleri” düşünemiyor, evrenimizde ne varsa o bağlamda düşünebiliyoruz, yani evren temelli-kaynaklı-çıkışlı olmayan hiçbir düşünce yok, -hayal dünyamızda uydurduklarımız bile bu evren kaynaklıdır-. Nokta.
Evrenimiz sonsuz okyanustaki bir akvaryumdaki bir balık gibi, tümel-sonsuz vücuttaki bir hücre gibi, mutlak-sonsuz zihnin -bilincin- rüyasındaki bir an gibi vs., bu süslü, mistik ve metaforik -benzetmeli- söylemler de zihin kaynaklı ve zihin de evren kaynaklı olduğu için geçersizdir, hayal dünyamızda uydurduklarımızdır, kimilerine hoş gelse de -bence- önemsizdir.
Bu bağlamlarla bağlam yapıp sonuçta şunları diyebilirim. Evrenimizdeki tüm benzer şeyler ayrı ayrı olarak aynı şeydir: tüm yıldızlar aynı yıldızdır, tüm insanlar aynı insandır vs. Daha üst bir bağlam şudur: Canlı-cansız kesin sınırlara dayanmadığından evrenimizin tamamı (evrenimiz ve evrenimizdeki her bir şey) ya canlıdır ya da cansızdır, hangisini derseniz deyin. Daha üst bir bağlam şudur: Evrenimizin tamamına canlı dersek cansız hiçbir şey olamayacağından, canlının karşısındaki zıddı cansızlık olamayacağından canlı tanımı da geçersiz olacaktır (çünkü o zaman kıyaslama-referanslama yapılacak bir şey yoksa canlıya nasıl canlı diyebiliriz ki), tersi de doğrudur, cansız tanımı da geçersiz olacaktır, yani evrenimiz ne canlıdır ne de cansızdır ya da canlı-cansız diye bir kavram yoktur. Daha üst bir bağlam şudur: Zihin-zihinsiz kesin sınırlara dayanmadığından evrenimizin tamamı (evrenimiz ve evrenimizdeki her bir şey) ya zihinlidir (veya zihindir, zihinliliktir, var zihindir) ya da zihinsizliktir (veya zihinsizdir, zihinsizliliktir, yok zihindir), yani zihin vardır ya da zihin diye bir şey yoktur, hangisini derseniz deyin. Evrenimizin tamamına zihin dersek zihinsiz hiçbir şey olamayacağından, zihnin karşısındaki zıddı zihinsizlik olamayacağından zihin tanımı da geçersiz olacaktır (çünkü o zaman kıyaslama-referanslama yapılacak bir şey yoksa zihne nasıl zihin diyebiliriz ki), tersi de doğrudur, zihinsiz tanımı da geçersiz olacaktır, yani evrenimiz ne zihinlidir ne de zihinsizdir ya da zihin-zihinsiz diye bir kavram yoktur. Burada zihin tanımının insanın verdiği bir tanımlamadan ibaret olduğunu ve zihin tanımının yeniden gözden geçirilip değerlendirilmesi gerektiğinden bahsediyorum. Ayrıca “mutlak zihin” olamaz mı, diyebilirsiniz, mutlak zihin varsa mutlak zihinsizlik de olacağından bahsettiğimiz durum burası için de geçerlidir ya da başka bir deyişle bu ikisi yine birbirini yok eder.
Sonuçta, hem canlıdır hem de cansızdır (hem “x”tir hem de “x değil”dir) mantığı da geçersizdir, çünkü bu, ne canlıdır ne de cansızdırla (ne “x”tir ne de “x değil”dirle) aynı anlama gelir. Canlı, zihin, bilgi, varlık, ayna yerine (yani “x”e) isterseniz enerji deyin, ne derseniz deyin aynı durum söz konusudur. Bu yüzden “evren” “ne” sorusunu sordurtmuyor. Dolayısıyla “ne” sorusunun da anlamsız olduğunu anlıyoruz. Bu durumu kavramlara da uygulayabiliriz, her şey hem anlamlıdır hem de anlamsızdır değil, her şey ne anlamlıdır ne de anlamsızdır. Her şey ne iyidir ne de kötüdür, ne doğrudur ne de yanlıştır, ne vardır ne de yoktur, ne hakikattir ne de yalandır. Ne iyi vardır ne de kötü vardır, ne doğru vardır ne de yanlış vardır, ne hakikat vardır ne de yalan vardır; ihtimal de yoktur, zorunluluk da yoktur; sonlu da yoktur, sonsuz da yoktur; imkânlı da yoktur, imkânsız da yoktur; var da yoktur, yok da yoktur ya da ne var yoktur, ne de yok vardır ya da ne var vardır ne de yok yoktur, işte burada susulur. Nokta.
Aslında kitap buraya kadar söyleyeceğini söyledi ve sonlandırdı. Bundan sonraki son bölüm bilim felsefesi ve felsefeye daha yakındır.
Kaynaklar
[1] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 398-402, 405-409, 417, 425, 450, 486, 625; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 4, 16, 144, 155, 157, 163, 164, 455, 475, 476; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, TÜBİTAK: Bilim ve Teknik [ISSN: 1300-3380], Sayı: 387, Şubat 2000, [PDF] <https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf?dergiKodu=4&cilt=33&sayi=387&sayfa=30&yaziid=11960>, Erişim: 26 Haziran 2020, s. 32-35 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218174831/https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf?dergiKodu=4&cilt=33&sayi=387&sayfa=30&yaziid=11960]; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, TÜBİTAK: Bilim ve Teknik [ISSN: 1300-3380], Sayı: 417, Ağustos 2002, [PDF] <https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf?dergiKodu=4&cilt=35&sayi=417&sayfa=38&yaziid=14107>, Erişim: 26 Haziran 2020, s. 45, 47 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218174938/https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf?dergiKodu=4&cilt=35&sayi=417&sayfa=38&yaziid=14107]; Cihan Saçlıoğlu, Sadık Değer, Cemsinan Deliduman, “Yeni Ufuklara: Sicim Kuramı”, TÜBİTAK: Bilim ve Teknik [ISSN: 1300-3380], 417. Sayının Eki, Ağustos 2002, [PDF] <https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/system/files/sicim.pdf>, Erişim: 26 Haziran 2020, s. 2, 3 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20210418032711/https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/system/files/sicim.pdf]; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, TÜBİTAK: Bilim ve Teknik [ISSN: 1300-3380], Sayı: 377, Nisan 1999, [PDF] <https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf?dergiKodu=4&cilt=32&sayi=377&sayfa=34&yaziid=11406>, Erişim: 26 Haziran 2020, s. 34, 35, 38, 39 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218175137/https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf?dergiKodu=4&cilt=32&sayi=377&sayfa=34&yaziid=11406]. {Bu PDF’lerin dergi bilgilerine şuradan ulaşabilirsiniz -makale başlığını yazın ve aratın-: <https://services.tubitak.gov.tr/edergi/arsivArama.htm> erişim 30 temmuz 2020 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20210117131533/https://services.tubitak.gov.tr/edergi/arsivArama.htm (Arama özelliği, siteye gidiniz.)]. Ayrıca “Sicimlerle Yeni Evrenler” makalesi için bk. <https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/pdf/subat-2000> erişim 30 temmuz 2020 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218175434/https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/pdf/subat-2000], “Evren Kuramları” <https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/pdf/agustos-2002> erişim 30 temmuz 2020 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221117162445/https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/pdf/agustos-2002], “Yeni Ufuklara: Sicim Kuramı” <https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/content/sicim-kurami> erişim 30 temmuz 2020 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20210418034428/https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/content/sicim-kurami], <https://www.nadirkitap.com/bilim-ve-teknik-dergisi-yeni-ufuklara-agustos-2002-sayisi-eki-sicim-kurami-dergi22035779.html> erişim 11 Temmuz 2022 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218175821/https://www.nadirkitap.com/bilim-ve-teknik-dergisi-yeni-ufuklara-agustos-2002-sayisi-eki-sicim-kurami-dergi22035779.html], <https://static.nadirkitap.com/fotograf/117489/22/Kitap_202102271346331174898.jpg>, erişim 11 Temmuz 2022 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218175911/https://static.nadirkitap.com/fotograf/117489/22/Kitap_202102271346331174898.jpg], “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik” için ise üstteki “service.tubitak” adresinde arama yapın, erişim temmuz 2020.}
[2] Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 159, 179, 184, 188, 351, 352, 455.
[3] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 418-421; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 17, 18, 164, 174, 263, 431; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 31, 32, 34, 35; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 45; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 38-40.
[4] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 412, 413, 420, 421, 426; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 5, 17, 18, 164-167, 174, 175, 183, 184, 188, 208, 209, 212, 254, 258, 263; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 32-34; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 45, 46; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2, 3, 11; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 38, 41. {“Kuvvetlerin şiddetlerinin karşılaştırılması…” cümlesi ve “∼1040da biridir” kısmı, Hasret Gülsün, “Elektron-Pozitron Çarpıştırıcılarında Bilepton Üretimi”, Uludağ Üniversitesi, Fizik Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2014, [PDF] <https://acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/5953/1/373738.pdf>, Erişim: 28 Temmuz 2022, s. 7 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218180248/https://acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/5953/1/373738.pdf].}
[5] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 422, 423, 568-570; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 157, 184, 188, 318, 351, 352, 455, 461; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 32-35; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 47; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2, 3; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34, 35, 39, 40, 43, 44.
[6] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 424-426; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 179, 352, 376, 388, 389, 392, 457, 485; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 31, 34-36; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2, 4, 5; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34, 35, 39, 40, 43, 44.
[7] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 426-428, 626; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 174, 175, 208, 209, 263; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 31, 32, 34, 36; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 45-47; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2, 3; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34, 35, 38.
[8] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 429-433, 445, 456, 457, 465, 513, 514, 521, 627; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 178-182, 184, 208-211, 217, 219, 220, 265, 267, 268, 387, 391, 394, 433, 484; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 32, 33, 35; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 45; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 3, 5, 15; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 36, 38, 39, 40, 43, 47.
[9] Sinan Kuday, “Büyük Hadron Çarpıştırıcısında Üçüncü Aile Sfermiyonlarının Üretimi”, Ankara Üniversitesi, Fizik Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, 2012, <https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12575/34681>, Erişim: 8 Temmuz 2020, s. 3-12, 15, 24, 27, 32-35, 39, 40, 43, 44, 46, 48-52, 59‑69, 72, 74‑80, 86‑88, 95 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221219020503/https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12575/34681] (Doğrudan -açılır- PDF linki yok, verilen linkten PDF’yi indiriniz.) (“ve karanlık madde adayı…” alıntısı Kuday’dandır.); Zafer Altın, “Küçücük Higgs Modelde Lineer Elektron-Pozitron Çarpıştırıcılarında Ağır W Bozon, Ağır Üst Kuark ve Alt Kuark Üretimi”, Uludağ Üniversitesi, Fizik Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2016, [PDF] <http://acikerisim.uludag.edu.tr/jspui/bitstream/11452/10581/1/459158.pdf>, Erişim: 8 Temmuz 2020, s. 1, 5-9, 13-22, 26-39, 41, 54, 57, 58 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20210815114259/http://acikerisim.uludag.edu.tr/jspui/bitstream/11452/10581/1/459158.pdf]; Elif Cincioğlu, “Holomorf Olmayan Süpersimetrik Standart Model ve Belirgin CP İhlalinin Nötral Higgs Bozonlarına Gelen Loop Düzeltmeleri”, Balıkesir Üniversitesi, Fizik Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2010, [PDF] <https://dspace.balikesir.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12462/2419/Elif_Cincioğlu.pdf>, Erişim: 8 Temmuz 2020, s. 1-6, 9-23, 26-29, 32, 39, 41, 42, 47, 50, 52, 53, 70 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218180554/https://dspace.balikesir.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12462/2419/Elif_Cincioğlu.pdf]; Meltem Ceylan, age., s. 2, 4-11, 14-23; Yaşar Hiçyılmaz, “Efektif U(1)’ Modellerinde Doğallığın İncelenmesi”, Balıkesir Üniversitesi, Fizik Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Temmuz 2012, [PDF] <https://dspace.balikesir.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12462/2541/Yaşar_Hiçyılmaz.pdf>, Erişim: 8 Temmuz 2020, s. 3-18, 22-25, 33, 37, 43, 44, 49 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218180952/https://dspace.balikesir.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12462/2541/Yaşar_Hiçyılmaz.pdf] (“her bir fermiyon için…” alıntısı Hiçyılmaz’dandır.); Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 211, 212, 478; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 3, 13; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34-41, 43, 44; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. III, 148, 149, 155, 184, 189, 209-212, 216-220, 267, 268, 271, 278, 370, 456-459.
[10] Kerem Cankoçak, “Büyük Patlama Kuramı ve Yaradılışçılık”, [sunum videosu], Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 1. Teoloji Sempozyumu, 17 Şubat 2013, düşünbil, libido, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe Topluluğu, RasyonelVideolar, YouTube, 26 Şubat 2013, [ilgili kısım], <https://www.youtube.com/watch?v=724wMBr5n98>, Erişim: 11 Temmuz 2020, Süre Aralığı: [tamamı, yani] 00.00-03.56 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20201121045212/https://www.youtube.com/watch?v=724wMBr5n98] {Sunum videosunun tamamı, Kerem Cankoçak, YouTube, 20 Mart 2019, <https://www.youtube.com/watch?v=fkNlAMyVh5I>, Erişim: 11 Temmuz 2020, Süre Aralığı: 50.26-54.13 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218182958/https://www.youtube.com/watch?v=fkNlAMyVh5I]}.
[11] Savaş Arapoğlu, “Sicim Teorisi: Gerçekten Bir Kriz mi?”, [sunum videosu], (İstanbul Teknik Üniversitesi) İTÜ Fizik Mühendisliği Kulübü, YouTube, 28 Şubat 2020, <https://www.youtube.com/watch?v=9xxhtHjHccA>, Erişim: 12 Temmuz 2020, Süre Aralığı: 56.46-58.03 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218183125/https://www.youtube.com/watch?v=9xxhtHjHccA]; Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 428, 626; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 36, 37.
[12] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 425, 427, 431-435, 444, 450, 451, 515, 528, 547; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 17, 173, 174, 176, 178-183, 243-245, 265, 269, 271, 283, 323, 351, 352, 387, 457, 458, 484; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 32-35; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2-4, 11, 12; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 38-40.
[13] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 423, 424, 435-452, 472, 486, 568-570, 626, 627; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 17, 21, 157, 176, 179, 184, 188, 189, 224-254, 261, 262, 264-266, 283, 303, 305, 306, 308, 313, 314, 318, 321-323, 336-339, 351-354, 368, 388-394, 397-400, 433, 436, 437, 439, 442, 455-459, 461, 485; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 31-36; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 45-47; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2-5, 8, 9, 11, 12; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34, 35, 37-44.
[14] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 453-475, 481, 482, 488, 489, 588, 627, 628; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 157, 173, 174, 182, 184, 188, 253, 254, 257, 264, 265, 278, 318, 330, 345-347, 351, 352, 359, 368, 369, 370, 372-376, 397, 455, 459-462; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 31, 33-36; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 45, 47; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2-5, 9, 11-13; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 37-40, 44.
[15] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 312, 343, 347, 363, 364, 366, 367, 371-374, 377-380, 389-391, 395-496, 515, 518, 523, 528, 547, 567-584, 586-588, 594, 622-628, 630; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. III, 17-19, 21, 22, 157, 159, 171, 179, 181, 184, 188, 189, 198, 231-233, 236, 243, 254, 256, 258, 260-262, 264, 265, 270, 273, 278, 284-286, 296, 301, 303, 305, 306, 309, 310, 318, 321-323, 336-339, 343, 351-354, 363, 372-384, 388-394, 397-400, 410, 411, 433, 442, 455-462, 487; Raşit Gürdilek, “Sicimlerle Yeni Evrenler”, agm., s. 31-36; Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 39-48; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2-5, 9, 11-13, 15; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34-44. {Ayrıca “hiçbir iki parçacık yan yana gelemeyecek” kısmı için bk., Raşit Gürdilek, “Beşinci Kuvvet”, TÜBİTAK: Bilim ve Teknik [ISSN: 1300-3380], Sayı: 380, Temmuz 1999, [PDF] <https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf?dergiKodu=4&cilt=32&sayi=380&sayfa=28&yaziid=11576>, Erişim: 10 Ekim 2022, s. 28, 29 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218182244/https://services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pdf?dergiKodu=4&cilt=32&sayi=380&sayfa=28&yaziid=11576].}
[16] Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 157, 184, 187-189, 318, 351, 352, 431-433, 442, 444, 455-459, 461.
[17] Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34, 35, 37, 38, 40, 41; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. III, 17-19, 148, 149, 151, 155, 157, 179, 184, 188, 214, 261, 262, 278, 284-286, 296, 303, 318, 351-354, 363, 455, 461.
[18] Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 147-151, 153, 155.
[19] Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2 (“‘ne zaman ve nerede’…” alıntısı Saçlıoğlu’ndandır.); Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 573, 574; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34, 35, 37, 38; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. III, 17-19, 194-198, 278, 296, 363, 374, 398-400.
[20] Brian Greene, “Evrenin Dokusu…”, age., s. 568-586 (“En temel düzeyde kendisine…” alıntısı Greene’dendir.); Raşit Gürdilek, “Evren Kuramları”, agm., s. 48; Cihan Saçlıoğlu vd., agm., s. 2, 4, 13; Raşit Gürdilek, Tekin Dereli, “Yeni Yüzyıl Yeni Fizik”, agm., s. 34, 35, 44; Ayrıca bk. Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 18, 19, 158, 410, 411, 442. {“Osho’nun dediği gibi…” cümlesi, Osho [Chandra Mohan Jain], “Sevginin Yolu” [ISBN: 978-605-515-494-3], Çeviren: Merve Duygun, Butik Yayıncılık, 1. Baskı, 2016, İstanbul, s. 219, 220, 226, 260, 273, 274. Bu cümledeki düşüncenin temeli önce Rahibe Teresa ve sonra “Bhakta”lar ve Ermiş Kabir’e aittir.}
[21] Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 385-400, 414, 436, 446-448, 486, 487.
[22] Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 347-350, 374, 406, 410, 411, 484; Bilardo örneği kısmı, Kerem Cankoçak, “Nedensiz Evren – 2”, [sunum videosu], TESAK (Kadıköy Belediyesi Tarih Edebiyat Sanat Kütüphanesi), 13 Kasım 2019, Kerem Cankoçak, YouTube, 20 Kasım 2019, <https://www.youtube.com/watch?v=BrCVUXN88F8>, Erişim: 23 Temmuz 2020, Süre Aralığı: 00.12-07.13 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218183424/https://www.youtube.com/watch?v=BrCVUXN88F8] ya da Kerem Cankoçak, “Bilinç ve Özgür İrade”, [sunum videosu], Pangaltı Evrim Atölyesi, 31 Temmuz 2019, Kerem Cankoçak, YouTube, 3 Ağustos 2019, <https://www.youtube.com/watch?v=pevg-88x9qk>, Erişim: 23 Temmuz 2020, Süre Aralığı: 35.18-43.24 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20210313192519/https://www.youtube.com/watch?v=pevg-88x9qk]; Sarkaç örneği kısmı, Sinan Canan, “Kaos, Karmaşıklık ve Zihin Kontrolü”, [sunum videosu], Abdullah Gül Üniversitesi, AGÜ Idea Camp Kulubü, 29 Kasım 2018, Abdullah Gül Üniversitesi, YouTube, 29 Kasım 2018, <https://www.youtube.com/watch?v=B6vIw2DWYeE>, Erişim: 23 Temmuz 2020, Süre Aralığı: 40.43-43.37 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20201003122257/https://www.youtube.com/watch?v=B6vIw2DWYeE].
[23] Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 157, 184, 188, 191-194, 318, 351-354, 391, 392, 434, 455, 461, 478.
[24] age., s. 336-384, 400, 410, 411, 455, 462, 483-485.
[26] Kerem Cankoçak, “Evren Bizim İçin Yaratılmadı”, [röportaj videosu], RasyonelVideolar, YouTube, 23 Şubat 2014, <https://www.youtube.com/watch?v=sU0N71f3en0>, Erişim: 13 Temmuz 2022, Süre Aralığı: 03.22-09.08 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20190513042558/https://www.youtube.com/watch?v=sU0N71f3en0] (“Tasarlanamayan bir evrende…” alıntısı buradandır.); Kerem Cankoçak, “Bilimin İstismarı ve Bilim Düşmanlığı”, [sunum videosu], Mimar Sinan Üniversitesi, 5 Nisan 2014, Kerem Cankoçak, YouTube, 20 Mart 2019, <https://www.youtube.com/watch?v=LNdxXjf9hdE>, Erişim: 13 Temmuz 2022, Süre Aralığı: 40.46-44.02 [(+) eklediğim kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20221218183708/https://www.youtube.com/watch?v=LNdxXjf9hdE]; Kerem Cankoçak, “Modern Kozmoloji ve Teizm Çelişkisi”, [sunum videosu], Felsefe Sanat Bilim Derneği, Assos’ta Felsefe, 7 Şubat 2014, Kerem Cankoçak, YouTube, 28 Şubat 2019, <https://www.youtube.com/watch?v=OuyG-8C25yU>, Erişim: 13 Temmuz 2022, Süre Aralığı: 31.20-48.26, 1.00.30-1.00.39 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20220718135829/https://www.youtube.com/watch?v=OuyG-8C25yU] (“…fizikçiler… bunlarla [fizik…” alıntısı buradandır.).
[27] Brian Greene [Sunucu, Konuk, Yönetici, Editör], “Beyond the Cosmos: Multiverse”, [Evrenin Ötesinde: Çoklu Evren, TV Belgeseli], NOVA, Lone Wolf Documentary Group, ARTE France, National Geographic TV, 27 Nisan 2012, <https://www.natgeotv.com/asia/beyond-the-cosmos>, Erişim: 13 Temmuz 2022 [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20220618170418/https://www.natgeotv.com/asia/beyond-the-cosmos], Türkçe videosu, “…Çoklu Evren… (Brian Greene, Evrenin Ötesinde)”, Faruk Ergün, YouTube, 6 Nisan 2021, <https://www.youtube.com/watch?v=EnXUsh0bK7Q>, Erişim: 13 Temmuz 2022, Süre Aralığı: 21.14-37.19 (35.42-37.19) [kalıcı arşiv kaydı: https://web.archive.org/web/20220721160137/https://www.youtube.com/watch?v=EnXUsh0bK7Q].
[28] Brian Greene, “Evrenin Zarafeti…”, age., s. 414, 443-448, 486, 487.