İslam kültürü -Orta Çağ’da- 8., 9. ve 10. yy.larda -İran, Irak, Suriye ve civarını içeren- kuzey bölgelerini işgal edince buradaki kültürlerle tanışmıştır. Bu dönemlerde Kur’an’ı yorumlama/anlama fazlaca farklılık gösterir. Müslümanlar ne zaman farklı bir kültürle karşılaşsa yeni bir yorum faaliyeti ortaya çıkmıştır: Helenistik kültürle karşılaşınca Hint, İran ve Yunan külliyatından etkilenip, yeni kültür içselleştirilerek Kur’an’a ve İslam’a yeni yorumlar getirmişlerdir. Yine, 20. yy.ın başlarından başlayan İslam modernizmi hareketi de Kur’an’ı farklı yorumlamaya eğilmiştir. Bu akım 1980’li yıllardan sonra Türkiye’de yayılmıştır.[194] (Not[195])
Kur’an’ı her dönem insanların -kafalarına göre- farklı yorumlaması, Kur’an metinlerinin bir özgün/gerçek anlamı var mı sorunsalını doğurur; metinler/ayetler belirsiz mi, yoksa belirli mi?
Spinoza “Tractatus Theologico-Politicus” -Tanrıbilimsel Politik İnceleme- isimli yapıtında Tevrat ve İncil’i ele alarak onların da Kur’an gibi değişimlere tabi olduğunu göstermiştir. O, kutsal kitabı yorumlamak için tarihi araştırma eksiksiz ve dürüstçe yapılmalıdır, başka şeyler işe karışmamalıdır, der.
Prof. Mehmet Dağ’a göre bir metni anlamak için onun otantik dilini bilmek gerekir. Metnin kaleme alındığı dönemdeki anlamlarına odaklanılmalıdır ve o döneme ait sözcüklerden yararlanılmalıdır: Çünkü dil devingendir/hareketlidir ve durmadan değişir. Kur’an ayetleri, nüzul/inme sebebi içerisinde ele alınmalı ve onların Hz. Muhammed ile bağıntısı açık bir biçimde gösterilmelidir.[194] (“Otantik”[196])
Kur’an’ı okumayanlarda şöyle bir beklenti vardır: O Tanrı sözüdür, onda tarihsel ve beşeri/insani unsur bulunmaz, o mutlaktır, o zamana ve mekâna bağlı değildir. Okuyanlar ve okumayanlar dâhil, Kur’an’da bu kavramların tersini görünce/duyunca onlar için “atıf” yapılmış düşüncesini benimserler. Tevrat, İncil, Kur’an, Ölüler Kitabı, Sümer destanları, Avesta, Rig Veda, Bhagavat Gita ve benzeri gibi kutsal metinler okununca bunların hepsinin hangi kitleye sesleniyorsa onların diliyle, kültürüyle, sosyo-ekonomisiyle ilişkili olduğu ve onlara göndermeler yaptığı görülür. Bunlar görülünce dini metne duyulan “mutlaklık” kayboluyor ve o insanda bir “şaşırma” oluyor.[194] (“Atıf”[197])
Kur’an özü itibarıyla bir metin değildir. O, 610-632 yıllarında oluşturulmuş bir bildiridir/hitaptır. O, 23 yıllık olaylar örgüsünü anlatır: O/Kur’an, Hz. Muhammed’in karşısındaki kitleyi harekete geçirmek ister ve oradan yanına kazandıkları insanlarla, mücadeleyle başarı sağlanır: Bu mücadele içerisinde yaşanan bütün süreçler karşımıza “vahiy” olarak çıkar. Hz. Muhammed konuştuğunda, karşıdan kendisine insan çekebilmesi için “birbirlerini anlıyor” olarak aynı dili konuşmaları gerekir, açarsak: Türklerin eski göçebe dönemlerindeki Türkçeyle günümüz bilim-sanat-felsefe alanında gelişmiş Türkçe arasında fazlaca fark vardır, nine-dedenizle bile sizin aranızda dil farklılığı vardır. Hz. Muhammed’in seslendiği toplum daha yeni göçebe hayattan çıkmakta olan Araplardır: Onların yaklaşık 100 yıllık bir -tökezleyen- yerleşik hayat tecrübesi vardı: Kendi dillerinde kitapları yoktu: Dilleri yazılı hale gelmemişti/gelişmemişti: Süryanice, Aramca ve İbranice kullanılıyordu: Kendi dilleri Arapça emekliyordu: Esatirleri/mitolojileri vardı: Meşhur “sözel şiir”leri vardı.[194] (“Metin”[198]) (“Hitap” ve “Bildiri”[199])
Hz. Muhammed’in bildirisi mecburi olarak o dönemin sözcük dağarcığıyla ifade edilmiştir. Cebrail’in ilettiği söz bile olsa, bu dağarcık genişlemez/genişleyemez. Kur’an’ın anlamını o dönemin sözcük dağarcığında aramak gerekir. Eğer bunun dışına çıkılırsa, bu, yanlış olur.
Kur’an Hz. Muhammed’in ölümünden sonra kitaplaştırılmıştır: Buna noktalama ve harekeleme de dâhildir. Arapçada bir harfin altına veya üstüne bir veya iki nokta koyulduğu zaman o harf başka harflere dönüşür: Bu harekeleme Kur’an’a Hz. Muhammed’den 100 yıl sonra konulmuştur. O, Hz. Muhammed döneminde taşa-deriye yazılsa bile buradan değil -şiir gibi- “ezberden” okunmaktaydı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer zamanında Kur’an kitaplaştırılmıştır. Hz. Osman döneminde mesela Şam’a gidildiğinde farklı Kur’an okumaları görülmüş ve bu ve benzeri yüzünden Hz. Osman onu tek nüshaya indirmiştir.[194] (“Nüsha”[200])
Arapların o dönemdeki, Kur’an’daki “bilgi”ye yüklediği anlam; basit sağduyu bilgileri, gündelik bilgiler ve özlü söz bilgisidir. Eski masal ve efsanelere de bilgi derlerdi. Oysaki günümüz bilgi kavramı çok geniştir. Yine “akıl” deyince onlar için çölde iz süren, yolda kaybolmayı engelleyen ve geleneğe bağlayan bir araçtır: Tanrı’nın, nesneler dünyasında sürülecek izle -akılla- bulunmasıdır. Kur’an’da “Ateizm” ile ilgili bir ifade veya kavram yoktur: “kâfir”, nankör demektir, kendisine iyilik yapana / rızkı verene teşekkür etmeyip bir başkasına etmektir. Kur’an’ın seslendiği kitleye baktığımızda Hanifler, Yahudi ve Hristiyan olan Kitap Ehli, Sabiiler ve müşrik gruplar vardır. Şirk koşan müşrikler Tanrı’ya inanır fakat onun yanında Lat, Menat ve Uzza gibi aracı varlıklara da inanırlar: Onlar Tanrı’yı o kadar yüceltir ki, biz ona doğrudan ulaşamayız ancak aracı varlıkların şefaatini umarak ona ulaşabiliriz, demektedirler: Kurban keserken, hac yaparken, namaz kılarken bu aracı varlıklara boyun eğdikleri için Kur’an bunu müşriklik olarak lanse etmiştir. Kur’an o dönemdeki inanç sistemlerini eleştirerek yola çıkar ve devrimini yapar.[194] (“Şirk”[201]) (Hz. Muhammed’den önceki Allah hakkında ve el-İlah, Lat, Menat ve Uzza hakkında[202])
___________________
[194] Hasan Aydın, “Felsefi Antropolojinin Işığında Hz Muhammed ve Kur’an”, Viacademia, 10 Ekim 2014, <https://youtu.be/oEEIiH6iR4U> Erişim: 11-22 Haziran 2015.
[195] Orta Çağ’ın zaman aralığı için dipnot 180.2’ye bk.
[196] “Otantik”: “sf. Eskiden beri mevcut olan özelliklerini taşıyan.” (a), “Gerçek olan, gerçeğe veya aslına dayanan, orijinal, mevsuk.” (b). (a) TDK, ags., “Otantik”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Otantik”, Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü; Erişimler: 13 Haziran 2019.
[197] “Atıf”: “is. 1. Yöneltme, çevirme. 2. İlişkili bulma. 3. Gönderme.”. TDK, ags., “Atıf”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 13 Haziran 2019.
[198] “Metin”: “(I) is. 1. Bir yazıyı biçim, anlatım ve noktalama özellikleriyle oluşturan kelimelerin bütünü, tekst. 2. Basılı veya el yazması parça, tekst. (II) sf. …sağlam, dayanıklı” (a), “Bir eserin, bir yazının öz ibaresi; ileri sürülen fikri anlatmak için kullanılmış bulunan kelimelerin topu (Metince, Textuellement).” (b). (a) TDK, ags., “Metin”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Metin”, BSTS – Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 13 Haziran 2019.
[199] “Hitap”: “is. Sözü birine veya birilerine yöneltme, seslenme.” (a). “Bildiri”: “Bir eserin bazı özelliklerini bildirmek için, çoğu yayımcı tarafından yazılan kısa önsöz.” (b), “Toplumsal bir hareketin iktisadi, sosyal ve siyasal amaçlarının anlatıldığı belge.” (c), “1- Bir kurum, bir topluluk ya da önemli bir kişinin herhangi bir olguyu, herhangi bir savı kitleye duyurmak için yazdığı yazı. 2- Bir edebiyat yapıtından çıkan temel anlam, sanatçının asıl anlatmak istediği.” (d), “is. Resmî bir makam, kurum veya resmî olmayan bir örgüt, topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan yazı, tebliğ, deklarasyon, manifesto.” (e). “Tebliğ”: “is. 1. Bildirme, haber verme. 2. esk. Bildiri.” (f). “Deklarasyon”: “is. 1. Bildirme, duyurma, ilan etme. 2. Bildiri.” (g). “Manifesto”: “is. … 2. Bildiri. 3. Toplumsal bir hareketin siyasal inanç ve amaçlarının açık ifadesi.” (h). (a) TDK, ags., “Hitap”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Bildiri”, BSTS – Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Bildiri”, BSTS – İktisat Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Bildiri”, BSTS – Uygulayım Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Bildiri”, BSTS – Yazın Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “Tebliğ”, Güncel Türkçe Sözlük; (g) TDK, ags., “Deklarasyon”, Güncel Türkçe Sözlük; (h) TDK, ags., “Manifesto”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 13 Haziran 2019.
[200] “Nüsha”: “is. 1. Birbirinin tıpkısı olan yazılı şeylerin her biri. 2. Gazete, dergi vb.nde sayı. 3. sf. Benzer, aynı, kopya.” (a). “Benzer”: “sf. Nitelik, görünüş ve yapı bakımından bir başkasına benzeyen veya ona eş olan, benzeri” (b). “Kopya”: “is. …yazılı bir metnin taklidi, asıl karşıtı.” (c). (a) TDK, ags., “Nüsha”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Benzer”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Kopya”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 13 Haziran 2019.
[201] “Şirk”: “is. din b. Eş koşma.”. TDK, ags., “Şirk”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 13 Haziran 2019.
[202] Kur’an: Necm: 19- Gördünüz mü-haber verin; Lat ve Uzza’yı. 20- Ve üçüncü (put) olan Menat’ı(n herhangi bir güçleri var mı)? (a). İslam’dan hemen önceki zaman diliminde Kabe’nin içinde veya çevresinde yaklaşık 360 tane Çoktanrı veya Tanrılaştırılmış put ve yahut da put olarak sembolize edilmiş Tanrılar vardı. İslam’dan önce Mekke ve çevresinde ay tanrısı olan Al-İlah’a (el-ilah’a) -bugünkü gibi- eller açılıp dua edilirdi. İslamiyet’in sembolü Hilal’in bu ay tanrısından geldiği düşünülür. Antik Mısır’daki ay tanrısı “Sin”in Araplar’daki türevi Al-İlah’tır. Al-İlah eril olup dişil Güneş tanrıçasıyla evliydi. Al-İlah’ın (veya Allah’ın) kızları Al-lat, Al-uzza ve Al-menat yıldız olarak simgeleniyordu. Dünyadaki bazı İslami partilerdeki 3 yıldız vb. semboller buradan gelmiş olabilir. İslam’dan önce Araplar Kabe’de bulanan yaklaşık 360 tane puta tapıyordu fakat bunlar arasından en büyüğünü, en güçlüsünü, en yükseğini Al-İlah (En büyük ilah) olarak görüyorlardı. Arapça’da ilah tanrı anlamına gelmektedir. Bu ay tanrısına çeşitli Arap kabileleri Sin, Hubal gibi farklı isimler de vermiştir; Kureyş’te ismi Al-İlah’tır. Abdullah Muhammed’in babasının ismi olup buradaki ullah Allah/Al-İlah’tır. İslam öncesi Arap yazıtlarında Allah kelimesi mevcuttur. Al-İlah İslam öncesi Arap şiirlerinde yaygın olarak kullanılmıştır. İslam’dan önce Araplar’ın Lat, Menat ve Uzza’ya yüklediği anlamlar şunlardı: Allah ile insanlar arasında aracılık yapan tanrı(ça)lar, ikinci dereceden tanrılar, Allah ile üç ilahe, Allah’ın kızları, Allah’ın aracıları. Eski Araplar’da Allah’ın isimlerini sıfat olarak putlara verme adeti vardı; el-Lat Allah (el-Lah) kelimesinden türetilip onun dişil yönünü, çok güçlü anlamına gelen el-Uzza ise onun aziz sıfatına karşılık geliyordu ve bu iki ilahenin ikisine birden yemin ediliyordu. Menat; hayatın günlerini saymak, kader, ölüm, imtihan, paylaştırmak gibi anlamlarına gelip Sami panteonunun en eski ilahlarından biridir. İslam öncesinde İlahi birer varlık olan Lat, Menat ve Uzza’nın üstünde yüce “bir” tanrı anlayışı vardı: Mekke dışından Kabe’ye gelen hacılar Allah’a Lât, Menât ve Uzzâ’nın yüce tanrısı ve Kâbe’nin rabbi diye yakarırlardı, Dirhem Evsi’nin yemininde de bunu görmekteyiz “Mübarek Uzzâ’nın rabbi olan Allah’a yemin ederim ki”. Muhammed’den önce Mekke’deki Hanifler için tek bir tanrı vardı ismi de Al-İlah/Allah’tı. Tevrat’tan çok önce Kenan diyarının (Kenanlıların) “El” adında bölgeye baskın ve güçlü bir tanrısı vardı. (Bu sonraki kısmı tekrar yazmakta fayda gördüm): Arapça’daki Lat, el-Lat ve El-latya kelimeleri Akadca metinlerde geçen tanrı El’in dişil hali İlat’tan veya Allatum’dan türemiştir, Herodot’ta Alilat olarak geçer. Arapça’daki İlah kelimesi ise Aramice’deki Elaha (Eloh) kelimesinden türemiştir. Yine Arapça’da İlah kelimesinden el-ilah dildeki yerini almıştır ve en büyük ilah/tanrı anlamına gelen El-İlah ise Arapça’da kolay söylenememesinden ötürü “Allah”a dönüştürülmüştür. Sonuç olarak el-ilah ve Allah kelimeleri El’den türeyen Allat ve Elaha kelimelerinden türemiştir. (b). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 357. konu. (b) Bu sitedeki yazılarıma bk. 248 ve 258. konu.
Klasik/Eski felsefede Tanrı; pür yetkindir, aşkındır, sınırsızdır, zamansızdır ve mekânsızdır. Peki, bu zamansızlıktaki bilgi, zamanlı beşeri/insani ortama nasıl aktarılır! Bu kadim bir problemdir. Platon ve Helenistik kültürde ve de Yunan kültürünün etkisiyle Hristiyanlıkta buna cevap aranmıştır: Hristiyanlıkta Tanrı, Hz. Îsâ’da cisimleşir ve söylemini insana insan olarak aktarır, bu sayede üstteki problemi bu şekilde indirgeyip anlamak kolaylaşır çünkü Tanrı, mücadelesini insan olarak vermiştir. İslam’da buna verilen yanıt ise tenzil kavramsallaştırmasıdır: Tenzil, bir şeyin üstten aşağıya doğru indirilmesidir, onun seviyesinin düşmesidir: Kur’an önce gök semasına indirildi, sonra oradan Cebrail kanalıyla Hz. Muhammed’in kalbine indirildi ve o da bir yasa koyucu olarak dili ile ifade etti, denilir. Yunan felsefesine göre Tanrı’nın altında ruh, onun altında ise madde vardır. Platon’un “ideler teorisi”nde -en üst düşünce olan- ideler yetkindir, nesneler dünyası onun bir kopyasıdır/taklididir ve ondan pay almıştır, denilir. Kur’an, sonsuz dediği Tanrı’nın/Allah’ın bilgisini insan seviyesine indirirken araya taklitsel -yarı tanrısal ve insansal ve de imgesel olan melek Cebrail’i de sokarak yani- aracıları katarak, sonrasında Hz. Muhammed’in kalbine indirilmesini de katarak bu sorunsalın üstesinden gelmeye çalışır. Kur’an’da yazan, bu, şerefli bir elçinin sözüdür, biz bunu senin dilinle kolaylaştırdık, söylemleri bu konuyla alakalıdır.[203] (“Pür” ve “Tenzil”[204]) (Not[205])
___________________
[203] Hasan Aydın, “Felsefi Antropolojinin…”, ags.
[204] “Pür”: “sf. esk. Dolu.” (a). “Tenzil”: “is. esk. İndirme, azaltma, çıkartma, aşağı düşürme, aşağılama.” (b). (a) TDK, ags., “Pür”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Tenzil”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 13 Haziran 2019.
[205] Kur’an: Hakka: 40- Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür. (a). Duhan: 58- Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur’an’ı), senin dilinle kolaylaştırdık. (b). Fussilet: 44- Eğer biz onu A’cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur’an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: ‘Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?’ (c). Şura: 7- İşte biz sana, böyle Arapça bir Kur’an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarman için ve kendisinde şüphe olmayan toplanma gününü (haber verip onları) uyarman için de. (O gün onların) Bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindedirler. (d). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 360. konu. (c) Bu sitedeki yazıma bk. 354. konu. (b ve d) Bu sitedeki yazıma bk. 355. konu.
Kur’an’daki ayetlerin oluşma sebebi yani nüzul sebebi önemlidir. Ayetlerin bu oluşma sebepleri 23 yıllık bir süreyi kapsar. Buna İslam öncesi Arapların itirazı Kur’an’da şöyle geçer: Bu, bir defada indirilmeli değil miydi! 23 yıllık süreçte yaşanan olayların çözümlemeleri Kur’an’da anlatılmıştır. Eğer bu olaylar bilinirse Kur’an’ın ne anlatmak istediği de kolayca anlaşılır ve farklı yorumlara yol açmaz. Kur’an’da mağaranın içerisindekini anlatırken, ikinin ikincisi sana şöyle anlatıyordu, derken ikinin ikincisi kimdir? Ebû Leheb’in elleri kurusun, derken bu Leheb kimdir? Eşi onu boşadığında, onunla seni Tanrı evlendirdi, derken neyi anlatıyor? Mesela Kur’an’da, evlerinizin arkasından girmek iyilik değildir, derken bu, kimine göre “hırsızlık” olarak yorumlanabilir, kimine göre mecazen eve kadın dersek “cinsellik” olarak yorumlanabilir vb., oysa aslında şudur: İslam’dan önce Kâbe’yi tavaf yapıp hacı olmuş olanların nişanesi/göstergesi olarak evin arkasına bir delik açılır ve oradan girilirdi: Kur’an bunun sevabı yok deyip bu kültürü dolaylı olarak anlatmış olur. Kur’an, eskilerin masallarıdır diyen kişinin burnuna damga vuracağız, derken bu kişiyi kale alıp onunla konuşur. Hz. Muhammed sıcakta Tebük seferine çıkarken pek kimse gelmeye yanaşmaz ve 2-3 kişi onun yanına gelerek izin istemeye çalışır, bu Kur’an’da tartışılarak onlara, onların tövbeleri kabul olmaz, cevabı verilir. Yine Kur’an’da, ey Muhammed Allah’ın sana helal kıldığı kadınları sen kendine haram kılamazsın, derken bunu anlayabilmek için peygamberin karılarıyla ne yaşadığını bilmek gerekir. Bu yüzden Kur’an ayetlerini -doğru- anlayabilmek için ve farklı -abes- yorumların olmaması için Kur’an’daki yazılanların tarihsel, kültürel ve o dönemin insanlarının yaşayışları ve de o dönemde olmuş olayları iyi bilmek ve iyi analiz etmek gerekir. Kur’an’ın kendisi, etraftaki gruplarla tartışmaktadır: Bu grubu ve muhatabı anlamak, Kur’an’ı da anlamaktır.[206] (Not[207]) (Not[208]) (Not[209.1]) (Not[209.2]) (Not[210]) (Not[211]) (Not[212]) (Not[213]) (Not[214]) (Not[215])
___________________
[206] Hasan Aydın, “Felsefi Antropolojinin…”, ags.
[207] Kur’an: Furkan: 32- İnkârcılar dediler ki: ‘Kur’an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?’ Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu ‘belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup’ okuduk. (a). Ayrıca: Maide: 101- Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur’an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. (b). En’am: 7- Biz Kitabı üzerine yazılı bir kağıtta göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile inkar edenler, tartışmasız: “Bu apaçık bir büyüden başkası değildir” derler. 8- Ve derler ki: “Ona bir melek indirilmeli değil miydi?” Eğer bir melek indirilseydi, elbette iş bitirilmiş olurdu da sonra kendilerine göz açtırılmazdı. 9- Onu eğer bir melek kılsaydık, elbette erkek (suretinde bir melek) kılardık ve mutlaka katmakta oldukları (şüpheleri) yine katardık. (c). Tevbe: 64- Münafıklar, kalblerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: ‘Alay edin. Şüphesiz, Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır.’ (d). Tevbe: 86- ‘Allah’a iman edin, O’nun elçisi ile cihada çıkın’ diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: ‘Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım’ dediler. (e). Yasin: 69- Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik; (bu,) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap), yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. (f). Fussilet: 2- (Bu Kur’an,) Rahman ve Rahim’den indirilmiştir. 3- Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) ‘fasıllar halinde açıklanmış’ Arapça Kur’an (veya okunan) kitaptır; (g). Zuhruf: 31- Ve dediler ki: ‘Bu Kur’an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?’ (h). Ahkaf: 30- Dediler ki: ‘Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve doğru yola yöneltip-iletmektedir.’ (i). Muhammed: 20- İman edenler, derler ki: ‘(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?’ Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün. (j). Muhammed: 2- İman edip salih amellerde bulunan ve Muhammed’e indirilen (Kur’an)a -ki o Rablerinden bir haktır- iman edenlerin (Allah), kötülüklerini örtüp-bağışlamış, durumlarını düzeltip-ıslah etmiştir. (k). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 351. konu. (b ve c) Bu sitedeki yazıma bk. 347. konu. (d ve e) Bu sitedeki yazıma bk. 348. konu. (f) Bu sitedeki yazıma bk. 353. konu. (g) Bu sitedeki yazıma bk. 354. konu. (h ve i) Bu sitedeki yazıma bk. 355. konu. (j ve k) Bu sitedeki yazıma bk. 356. konu.
[208] Kur’an’da Tevbe suresinin 40. ayetinde mağarada iki kişi var birisi Hz. Muhammed fakat ikinci kişi kim belli değil (a)(b): H. Aydın’a göre ikinin ikincisi kim belli değil (a) (ve dolayısıyla bunlardan birisine o diyor, o kim o da belirsiz olmuş oluyor). Seçtiğim birkaç çeviriye bakalım, diğer birçok çeviriye belirttiğim bağlantıdan ulaşabilirsiniz (tabii parantez içilerin Kur’an’a sonradan eklendiğini bir kez daha hatırlatayım). → Edip Yüksel: Siz ona yardım etmezseniz, ALLAH ona yardım etmişti. (Örneğin) kâfirler onu, ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada iken, arkadaşına, “Üzülme, ALLAH bizimle beraberdir” diyordu… ALLAH ona huzur ve güven indirdi; görmediğiniz ordularla destekleyerek inkârcıların sözünü alçalttı. Yüce olan, yalnızca ALLAH’ın sözüdür. ALLAH Üstündür, Bilgedir. → Elmalılı Hamdi Yazır: Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke’den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme, çünkü Allah bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah’ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. → Ali Fikri Yavuz: Eğer siz, Peygambere yardım etmezseniz, Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine eder. Hani Mekke kâfirleri onu Mekke’den çıkardıklarında, ikinin ikincisi (Peygamberin arkadaşı Hz. Ebu Bekir) ile (Sevr dağında) mağaradaydılar. O vakit Peygamber, arkadaşına şöyle diyordu: “- Mahzun olma, zira Allah’ın yardımı bizimle beraberdir.” Nihayet Allah Peygamberin (veya Ebû Bekirin) üzerine mânevi huzurunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla kuvvetlendirdi. Böylece küfredenlerin kelimesini (şirk dâvasını), en alçak etti. O, Allah’ın kelimesi tevhid ise, en yüksek!… Allah, (her şeye) galibdir, hükmünde hikmet sahibidir. → Hasan Bahri Çantay: Eğer siz ona (Resulüme) yardım etmezseniz (hatırlayın o demleri ki) kâfirler onu (Mekkeden) çıkardıkları (hicretine sebeb oldukları) zaman bizzat Allah ona yardım etmişdi. (Yine de O, nusretini esirgemez. O demler öyle demlerdi ki Resûlüllâh ancak) ikinin ikincisinden ibâretdi (Hakdan başka mededkâr! yokdu. O zaman onlar («Sevr» dağının tepesindeki) mağaradaydılar. Peygamber, o vakit arkadaşına (Ebû Bekir-is Sıddıyka): «Tasalanma. Allah, hiç şübhe yok, bizimle beraberdir» diyordu. Allah o (arkadaşı) nın üzerine (kalbine) sekînetini (kuvve-i ma’neviyyesini) indirmiş, onu (Habîbini) görmediğiniz (ma’nevî) ordularla te’yîd etmiş, kâfirlerin kelimesini (küfürlerini) alçaltmışdı. Allahın kelimesi (tevhîd kelimesi) ise, o çok yücedir. Allah mutlak gaalibdir, yegâne hüküm ve hikmet saahibidir. (b). (a) 206. dipnota bk.; (b) Kur’an Ayetleri, <https://www.kuranayetleri.net/tevbe-suresi/ayet-40>; Erişimler: 13 Haziran 2019. (Kur’an Ayetleri adlı internet sitesini tavsiye ediyorum, buradan -göz yormayan sade/kaliteli tasarımıyla- onlarca Kur’an çevirisine ulaşabilirsiniz. kuranikerim.gen.tr’yi de tavsiye edebilirim.)
[209.1] Kur’an: Ahzab: 37- Hani sen, Allah’ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: ‘Eşini yanında tut ve Allah’tan sakın’ diyordun; insanlardan çekinerek Allah’ın açığa vuracağı şeyi kendi nefsinde saklı tutuyordun; oysa Allah, kendisinden çekinmene çok daha layıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri (kadınları boşadıkları) zaman, onlarla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir. 38- Allah’ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiç bir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah’ın bir sünnetidir. Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdir. Bu sitedeki yazıma bk. 353. konu.
[209.2] Kur’an: Bakara: 189- Sana, hilalleri (doğuş halindeki ayları) sorarlar. De ki: “O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir. İyilik (birr), evlere arkalarından gelmeniz değildir, ama iyilik sakınan(ın tutumudur). Evlere kapılarından girin. …” Bu sitedeki yazıma bk. 347. konu.
[210] Kur’an: Kalem: 8- Şu halde yalanlayanlara itaat etme. 9- Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı. 10- Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, 11- Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), 12- Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar, 13- Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik; 14- Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye, 15- Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: ‘(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır’ diyen. 16- Yakında biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız. (…) 36- Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? 37- Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var? 38- İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye. 39- Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye. (…) 44- Artık bu sözü yalan sayanı sen Bana bırak. Biz onları, bilmeyecekleri bir yönden derece derece (azaba) yaklaştıracağız. (…) 47- Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar? (…) 51- O inkâr edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. ‘O, gerçekten bir delidir’ diyorlar. (a). Furkan: 4- İnkârcılar dediler ki: ‘Bu (Kur’an) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.’ Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler. 5- Ve dediler ki: ‘Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.’ (b). (a) Türkçe Kur’an Mealleri, Ali Bulaç Meali, <http://www.kuranmeali.com/Sayfalar.php?sayfa=563&meal=abulac>, <http://www.kuranmeali.com/Sayfalar.php?sayfa=564&meal=abulac> ve <http://www.kuranmeali.com/Sayfalar.php?sayfa=565&meal=abulac> Erişimler: 17 Temmuz 2019. (b) Bu sitedeki yazıma bk. 351. konu.
[211] Kur’an: Tevbe: 86- ‘Allah’a iman edin, O’nun elçisi ile cihada çıkın’ diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: ‘Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım’ dediler. 103- Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. 111- Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. … 118- (Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). … Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. … 121- Küçük, büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah’ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. 122- Mü’minlerin tümünün öne fırlayıp çıkmaları gerekmez. Öyleyse onlardan her bir topluluktan bir grup, çıktığında (bir grup da), dinde derin bir kavrayış edinmek (tafakkuhta bulunmak) ve kavimleri kendilerine geri döndüğünde onları uyarmak için (geride kalabilir). Umulur ki onlar da kaçınıp-sakınırlar. Bu sitedeki yazıma bk. 348. konu (118 ve 121. ayet de aynı olup bk. 346. konu).
[212] Kur’an: Maide: 5- …ücretlerini (mehirlerini)… (a), Ahzab: 50- Ey Peygamber, gerçekten biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana ganimet olarak verdikleri (savaş esirleri)nden sağ elinin malik olduğu (cariyeler) ile seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını ve teyzenin kızlarını helal kıldık; bir de, kendisini peygambere hibe eden ve peygamberin kendisini almak istediği mü’min bir kadını da, -mü’minler için olmaksızın yalnızca sana has olmak üzere- (senin için helal kıldık). Biz, kendi eşleri ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) konusunda onlar (mü’minler) üzerine neyi farz kıldığımızı bildik (size bildirdik). Böylelikle senin için hiç bir güçlük olmasın. 51- Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alıp-barındırabilirsin; ayrıldıklarından, istek duyduklarına (dönmende) senin için bir sakınca yoktur. 53- … Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. … Allah’ın Resûlü’ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah katında çok büyük (bir günah)tır. (b). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 347. konu. (b) Bu sitedeki yazıma bk. 353. konu.
[213] Ebû Leheb, alev babası demektir. Ebû Leheb’in asıl ismi Abdül‘uzzâ’dır. Ebû Leheb onun künyesidir. Bu künyeyi ona babası olan Abdilmuttalib vermiştir (a). Künye: “Arap toplumlarında kişiler için kullanılan ve genelde ebû kelimesiyle yapılan tanıtıcı ibare.”, “Sözlükte “maksadı üstü kapalı ve dolaylı şekilde anlatma, kinayeli söz söyleme” mânasındaki kinâye ile aynı kökten gelen künye Ebü’l-Kāsım, Ebû Bekir… gibi kişinin daha çok ilk çocuğuna izâfetle anılmasını ifade eder.” (b). “İzafe”: “is. (iza:fe) esk. 1. Bir şeye veya bir kimseye bağlama, mal etme, yakıştırma. 2. Katma, ekleme, ilave etme.” (c). “İbnü’l-Esîr, Kitâbü’l-Muraṣṣaʿda künyenin aslını teşkil eden “eb” (baba) ve “ümm” (anne) kelimelerinin yanında “ibn” (oğul), “bint” (kız) ile “zû, zât” (sahip) kelimelerine izâfetle türetilmiş çok sayıda künyeyi zikreder.”, Ebü’l-beşer (insanlığın babası) gibi. “Künye… en büyük çocuğa göre verildiğinden Resûl-i Ekrem, Ebü’l-Kāsım künyesini ilk çocuğu olan Kāsım’dan alırken…” (b). Burada anlaşılmamış olabileceğinden bir açıklık getireyim; diyelim ki ismi Ahmet olan bir babanın ilk çocuğu olarak bir oğlu oldu ve ona Mehmet diye bir isim koyuldu, dolayısıyla Ahmet’in künyesi de Ebu Mehmet olmuş oldu. “…hemen her konuda çok bilgili bir kişi olduğu için yine Ebü’l-Hakem künyesiyle tanınan Ebû Cehil’e “bilgisizlik babası” anlamındaki yeni künyesini de ilâhî gerçeği anlamamakta direndiği için Resûl-i Ekrem takmıştır. Hz. Peygamber, kendi künyesinin kullanılmasını hitapta doğuracağı bazı sakıncalar yüzünden yasaklamıştır.” (b). “Resûlullah ilk çocuğu Kāsım olduğu için Ebü’l-Kāsım künyesiyle anılmıştır.”, Kasım bebekken veya çocukken ölmüştür (d). Kasım: “taksim eden, bölüştüren kimse” (e), “1. Ayıran, bölen, taksim eden. 2. Kırıcı, ezici, ufaltıcı.” anlam(lar)ına gelir. (f). Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib’dir ve Muhammed’e ismini o vermiştir (g). Hisham Djait’in iddiasına göre Hz. Muhammed’in gerçek adı Muhammed değil Abdülmuttalib’in oğullarının birinin de adı olan Qutam (“قثم”, Kutam)’dır (h). Kimi eserlerde Qutham ve/veya Qathem (Kutam, Katem) olarak da geçer (“Beharul Anwar Vol.16 p.130”, “Beharul Anwar is also called Bihar al-Anwar/ Al-Sirah Al-Halabia also called Insan al-Uyan fi Sirat al-Ma’mum, vol 1. p. 128”) (i). Yetişkinken ismini Muhammed olarak değiştirdi veya ünvanını Muhammed yaptı ve/veya kendisini Kur’an’da Muhammed olarak tanıttı (h)(i). (a) Mehmet Ali Kapar, “EBÛ LEHEB”, DİA, agm. -153. dipnotta bk.-, Cilt: 10, s. 178; (b) Nebi Bozkurt, “KÜNYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2002, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/26/C26008688.pdf> Cilt: 26, s. 558, 559; (c) TDK, ags., “İzafe”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) Asri Çubukçu, “KĀSIM”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2001, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/24/C24008027.pdf> Cilt: 24, s. 538; (e) Mustafa Fayda, “EBÜ’l-KĀSIM”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/10/C10003898.pdf> Cilt: 10, s. 332; (f) TDK, ags., “Kasım”, Kişi Adları Sözlüğü; (g) Mustafa Fayda, “MUHAMMED”, DİA, agm. -3. dipnotta bk.-, Cilt: 30, s. 409; (h) Hisham Djait, “باحث تونسي يزعم: الاسم الحقيقي لمحمد قثم”, Islam Online, 2007, <http://web.archive.org/web/20080615171525/http://www.islamonline.net/servlet/Satellite?c=ArticleA_C&cid=1172571527684&pagename=Zone-Arabic-News/NWALayout>; videosu için <https://youtu.be/A8au1Py1I3g>; <https://www.facebook.com/heyulaamorf/posts/435935969891253/>; (i) William H., FriendsNChrist, 2010, <https://friendsnchrist.ning.com/group/lionsden/forum/topics/who-was-muhammad?commentId=2993852%3AComment%3A23772&groupId=2993852%3AGroup%3A6350>; Erişimler: 14 Haziran 2019.
[214] Abd: “Hür veya köle olan insan, kul.” (a). Hz. Muhammed’in babası Abdullah’ın anlamı el-İlah/Allah’ın kulu (b), amcası Abdüluzzâ’nın anlamı ise el-Uzza/Aluzza’nın kulu demektir (c). Yanı sıra -gerek Hz. Muhammed’den önce gerekse de sonra- 11. yy.a kadar Abdüluzzâ adlı bir kabile Hicaz yöresinde varlığını sürdürmüştür (d). (a) Muhammed Hamîdullah, “ABD”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/1/C01015434.pdf> Cilt: 1, s. 57; (b) Bu sitedeki yazılarıma bk. 248 ve 258. konu; (c) Nebi Bozkurt, “KÜNYE”, DİA, agm. -213. dipnotta-, s. 558 ve bk. dipnot 153; Ahmet Önkal, “ABDÜLUZZÂ (Benî Abdüluzzâ)”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1988, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/1/C01000326.pdf> Cilt: 1, s. 276; Erişimler: 14 Haziran 2019.
[215] 202. dipnotta yazanlarla alakalı olarak 360 tane puttan sadece el-İlah’ın önselleştirilegelmesi bağlamında Hz. Muhammed’den yaklaşık 1.100 yıl önce yaşayan Buda’dan bir şey paylaşayım: Buda, Brahmanizm’in birtakım inanışlarındaki putlara tapmanın -ve/veya diğer dinlerdeki putlara tapmanın- yanlış olduğunu söylemiştir ve bunların kırılmasını emretmiştir. Bu sitedeki yazıma bk. 194. konu.
Bir nüzul örneği şöyledir: Eğer bir koca, karısının zina yaptığını görürse 4 tane şahidi olması gerekir, yoksa zina yok sayılır. Bir gün bir adam eşini zina yaparken yakalar ve görür, Hz. Muhammed’in yanına giderek durumu söyler, o da ona, 4 şahidin var mı, der, yok, cevabı alınınca zina yok hükmü verilmesi lazım olur ama bu durum bir karışıklığı da doğurur ve o anda Hz. Muhammed’e vahiy gelir, o vahiy şöyledir: Eğer bir adam doğruysa/iyiyse şahitsiz sözüne inanılır ama kötüyse sözüne inanılmaz. Bu aşikâr/açık bir nüzul örneğidir.[216] (Not[217])
Klasik İslam, Kur’an’ı nüzul ile anlamakta ve bilmekteydi. Sonrasında İslam kuzeye yayılıp, Hint, İran ve Yunan kültürüyle tanışınca bu durum tersine değişti ve Kur’an -evirilip çevrilmelerle- öz anlamını yitirdi. İlk dönem klasik İslam yorumcularına göre Kur’an’daki Mekke ve Medine’de inmiş ayetler farklılık gösterir: Mekki ayetler göğe, yıldıza ve benzerine yemin eder ve şiirsel-kısa-estetik bir anlatımı vardır, Tanrı vb. güzel bir şekilde anlatılır: Medine ayetleri ise ey inananlar ile başlayıp uzun-detaylı bir anlatıma sahiptir, savaş, siyaset ve cezaları anlatır: Bunun sebebi, Mekke’dekiler şiirseli-sanatsalı severdi, Medine ise tam tersiydi. Burada, Hz. Muhammed’in peygamberlik iddiasından dolayı sığınaklar aradığı bir dönemde Mekke’den Medine’ye hicret ederken Kur’an’ın ana konusu da değişime uğramaktadır. Hz. Muhammed Medine’deyken buradaki kabilelerle -kimse kimseye saldırmasın tarzında- antlaşmalar yapılır ve artık Hz. Muhammed yönetici konumuna gelmiştir ve ona artık yönetimsel/siyasal bağlamda sorular sorulmaya başlanır, Medine’de indirilen/oluşturulan / nüzul olan ayetlerin de savaş-siyaset-ceza içermesi bununla bağlantılıdır. Mekke döneminde -güçsüz iken- cihattan bahsedilmez fakat Medine’de -güçlü iken, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, tarzında- cihattan bahsedilir. Medine’de Yahudilerden çok fazla bahsedilir çünkü o kabileler Yahudi’ydi ve sonrasında onlarla savaşılarak onlar Medine’den sürgün edilmiştir. Bu savaşlar, olaylar, eşleri, ona getirilen problemlerin çözümü -hepsi- açık olarak Kur’an’da anlatılır. Yine Medine’deyken toplumda kadınlar cariye ve özgür kadınlar olarak ikiye ayrılırdı: Cariyeler örtünmezdi/kapanmazdı: Cariye, özgür kadın gibi giyinmeyerek kendinin cariye olduğunu belli ederdi, bazı özgür kadınlar cariyelere özenmişlerdir. Medine’de kadınlar dışarıda bulunan tuvaletlere giderken tacize maruz kalabiliyorlardı. Hz. Muhammed’in eşi Sevde, dışarıda olan tuvalete/banyoya açık/örtünmemiş cariye gibi bir şekilde gittiğinden dolayı Hz. Ömer onu uyarır ve Hz. Muhammed’e de onu şikayet eder: Kur’an’daki örtünmeyle ilgili -özgür kadınlar incitilmemeleri için örtülerini üstlerine alsınlar- ayeti de o anda oluşmuş olur.[216] (Not[218]) (Not[219]) (Not[220])
Kur’an Mekke döneminde “içki” için, hurma ve üzüm gibi meyvelerden sarhoşluk elde edersiniz ve güzel gıdalar edinirsiniz, işte bunlarda aklını kullanan insanlar için büyük bir ayet vardır, der. Medine’ye gidildiğinde içki, toplum arasında sorunlara yol açar ve Hz. Ömer Hz. Muhammed’den bunun için, Tanrı’dan bir yanıt iste, der ve ayet gelir: Sana şarap ve kumar hakkında soruyorlar, de ki, her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır ancak her ikisi için de günahı faydasından daha büyüktür. Bu ayete rağmen toplum içkiye devam edince ve sarhoş birisi namaz kıldırırken sözleri karıştırınca, bu Hz. Muhammed’e iletilir ve şu ayet nazil olur: Ey inananlar, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Namaz vakitleri dışında içki içilmeye devam edilince, Muhacir ve Ensar arasında kavga da çıkınca şu gelir: Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans oyunları birer şeytan işi pisliktir ve bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.[216] (Not[221]) (Not[219]) (Not[220]) (Not[221]) (Not[222]) (Not[223])
___________________
[216] Hasan Aydın, “Felsefi Antropolojinin…”, ags.
[217] Kur’an: Nur: 2- Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek (celde) vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah’ın dini(ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın; onlara uygulanan cezaya mü’minlerden bir grup da şahit olsun. 4- Korunan (iffetli) kadınlara (zina suçu) atan, sonra dört şahid getirmeyenlere de seksen değnek vurun ve onların şahidliklerini ebedi olarak kabul etmeyin. Onlar fasık olanlardır. 5- Ancak bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç. … 6- Kendi eşlerine (zina suçu) atan ve kendileri dışında şahidleri bulunmayanlar ise, onlardan da her birinin şahidliği, Allah adına dört (kere yemin) ile kendisinin hiç şüphesiz doğru söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmektir. 7- Beşinci (yemini) ise, eğer yalan söyleyenlerdense, Allah’ın lanetinin muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi)dir. 8- Onun (kadının) da dört kere Allah adına (yeminle) onun (kocasının) hiç şüphesiz yalan söyleyenlerden olduğuna şahidlik etmesi kendisinden cezayı uzaklaştırır. 9- Beşinci (yemini) ise, eğer o (kocası) doğru söylüyor ise, Allah’ın gazabının muhakkak kendi üzerinde olması(nı kabul etmesi)dır. Bu sitedeki yazıma bk. 351 ve 346. konu.
[218] Bu ayetler Medine’de inen ayetlerdendir. Kur’an: Tevbe: 5- …müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. 29- Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam’ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. 73- Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran. … 111- … Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler… (a). Bakara: 216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için bir şerdir. 218- Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. (Cihad, Kur’an’da Allah yolunda savaşmadır.) (b). Nisa: 74- Öyleyse, dünya hayatına karşılık ahireti satın alanlar, Allah yolunda savaşsınlar; kim Allah yolunda savaşırken, öldürülür ya da galip gelirse ona büyük bir ecir vereceğiz. 80- Kim Resûl’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur. (c). Enfal: 1- Sana savaş-ganimetlerini sorarlar. De ki: ‘Ganimetler Allah’ın ve Resûlündür. Buna göre, eğer mü’min iseniz Allah’tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin.’ 12- … Öyleyse (ey müslümanlar,) vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına.’ 13- Bu, elbette, onların Allah’a ve elçisine baş kaldırmaları dolayısıyladır. Kim Allah’a ve elçisine baş kaldırırsa, şüphesiz Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. 14- İşte bu sizin; tadın bunu. İnkara sapanlara bir de ateş azabı vardır. 38- O inkar edenlere de ki: “Eğer vazgeçerlerse geçmişte (yaptıkları) şeyler bağışlanacaktır. 39- Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. (d). Saff: 10- Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi? 11- Allah’a ve Resulü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. 12- O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur. (e). (a ve d) Bu sitedeki yazıma bk. 348 ve 346. konu. (b ve c) Bu sitedeki yazıma bk. 347. konu. (e) Bu sitedeki yazıma bk. 358. konu.
[219] Kur’an: Ahzab: 59- Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. (a). Nur: 31- Mü’min kadınlara söyle: ‘Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. (b). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 353. konu. (b) Bu sitedeki yazıma bk. 351. konu.
[220] Sümerlerde Tanrıların büyük tapınaklarında “Mabet Kadınları” vardı. Onlar Tanrılar namına ve/veya adına ilişkiye girerlerdi. Bu yüzden Kutsal sayılırlardı. Diğer adları Tanrı’nın Gelinleri idi: Prestijli ve saygın idiler. Onlar, Tapınaklardaki rahibelerden ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başlarını örtmeleri gerekirdi: Böylece hem kutsal oldukları belli oluyor hem de tanınmıyorlardı: Çarşıda-dışarıda örtünürlerdi. Sonrasında MÖ 1600’lerde bir Asur Kralı, diğer kadınların da bu prestije sahip olabilmeleri için evli ve dul kadınları da örtmeye başladı. Bu zamanlardan sonra başörtüsü adeta bir evrim geçirerek, tam tersi duruma dönüşmeye başlamıştı: Artık temizlik ve ahlaklılık simgesi haline gelmişti. Tapınak ritüelinden çıkan örtünme artık yaygınlaşmıştı. Bu gelenek önce Yahudi kadınlarına geçmiştir, sonra Hristiyanlık’ta rahibelere aktarılmıştır, sonrasında ise İslam kadınlarına uygulanmıştır. Yanı sıra kadınların Kur’an okurken başlarını örtmesi, tarihsel süreçte oluşan bu gelenek sonucu oluşmuştur. Tevrat: Yaratılış: 38:15 Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü. İncil: Pavlus’tan Korintliler’e Birinci Mektup: 11:5 …başı açık dua ya da peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür. Böylesinin, başı tıraş edilmiş bir kadından farkı yoktur. 6 Kadın başını açarsa, saçını kestirsin. Ama kadının saçını kestirmesi ya da tıraş etmesi ayıpsa, başını örtsün. Bu sitedeki yazıma bk. 176. konu.
[221] Kur’an: Nahl: (Mekke’de inen ayet) 67- Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır. (a). Bakara: (Medine’de inen ayet) 219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: ‘Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür.’ (b). Nisa: (Medine’de inen ayet) 43- Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. … (c). Maide: (Medine’de inen ayet) 90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. (d). (a) Bu sitedeki yazıma bk. 349. konu. (b ve d) Bu sitedeki yazıma bk. 347. konu. (c) Bu sitedeki yazıma bk. 346. konu.
[222] 221. dipnotla bağlantılı olarak şunları da ekleyeyim: Kur’an: Muhammed: 15- Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır; orada onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağrifet vardır. Hiç (böyle ödüllendirilen bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? Sad: 50- Adn cennetleri; kapılar onlara açılmıştır. 51- İçinde yaslanıp-dayanmışlardır; orada birçok meyve ve şarap istemektedirler. 52- Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır. 53- İşte hesap günü size va’dedilen budur. Mutaffifin: 25- Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. 26- Ki sonu misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. 27- Onun karışımı ‘tesnim’dendir. 28 Bir kaynak ki, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlar ondan içer. (Tesnim: Yüksek bir yerden akan cennet çeşmesi) (Misk: Erkek misk geyiğinden elde edilen güzel kokan bir maddedir. Cinsel iktidar arttırıcı, yatıştırıcı, ağrı kesici, hafıza, göz ve kalp kuvvetlendirici olarak tarihte -tıpta- kullanılmıştır. Cahiliye Arapları kullandıkları miske en güzel koku diyordu. Ayrıca üst tabaka Arap kadınları yataklarına bu kokuyu sürüyordu. Muhammed’e göre de en güzel koku olup cenneti anlatan hadislerinde buna sıkça değinmiştir: Normal hayatın yanı sıra Kabe’yi tavaf ederken bile bu kokuyu sürünmüştür.). Bu sitedeki yazıma bk. 271. konu.
[223] (Bu dipnot uzunca oldu ama bu konuya değinilmeden de geçilemezdi). “Muhacir”: “Hz. Muhammed’e uyarak Mekke’den Medine’ye göç eden.” (a). “Ensar”: “ç. is. (ensa:rı) din b. Hz. Muhammed’e hicret zamanında yardım eden Medineliler.” (b). Hicret: “Dinî sebeplerle bir yerden diğer bir yere göçme ve özellikle Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi olayı.”. “Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’den önceki dönemlerde de peygamberlerin ve onlara inanan insanların kâfirlerce hicret etmeye zorlandıklarından ve bunların inançları uğrunda yurtlarını bırakıp başka yerlere gittiklerinden bahseder.”, “Mekke müşrikleri Resûl-i Ekrem’e karşı İslâmiyet’i tebliğe başladığı andan itibaren olumsuz bir tavır takındılar. Bu tavır sadece İslâm’ı reddetmekten ibaret kalmadı; Hz. Peygamber alaya alındı, ona inananlara baskı uygulandı ve bu baskılar İslâmiyet’in Mekke’de yayılmaya başlaması üzerine eziyet ve işkenceye dönüştü.”. Buna karşı duramayan Hz. Muhammed (615’te), “…bir grup müslümanın Habeşistan’a gitmesine izin verdi. Habeşistan Necâşîsi Ashame’nin semâvî bir dine mensup adaletli bir hükümdar olması ve Arapça bilmesi hicret için Habeşistan’ın seçilmesinde önemli bir sebep teşkil ediyordu. Ayrıca ulaşım kolaylığı ve muhacirlerin malî sıkıntılarını daha rahat şekilde giderebilmeleri imkânı da bu seçimi etkilemişti.”, 615’te Habeşistan’a hicret eden bu 15 muhacirin iyi karşılanması üzerine 616’da 70 kişiden fazla bir kafile (/muhacir) de oraya hicret etti (gitti). “Müslümanlara ve Hz. Muhammed’i koruyan Hâşimoğulları’na karşı uygulanan üç yıllık boykotun ardından Ebû Tâlib’in ölümü müşriklere fırsat verdi ve bizzat Hz. Peygamber dahi birçok hakarete ve sataşmaya hedef oldu. Böyle bir ortamda İslâm’ı tebliğ edemeyeceğini anlayan Resûl-i Ekrem Tâif’e giderek yeni bir çevrede davasını anlatmayı denediyse de çok sert bir tepkiyle karşılaştı ve Mekke’ye dönmek mecburiyetinde kaldı.”. “Hz. Peygamber’in ve Mekkeli müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç eden müslümanlara muhâcir, Resûl-i Ekrem’e ve muhâcirlere yardım eden Medineli müslümanlara da ensâr unvanı verilmiştir.” (c). “İslâm literatüründe ensar, Hz. Peygamber’i ve muhacirleri yurtlarında barındırmak ve korumak suretiyle onlara büyük yardımda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Yesribli (Medineli) müslümanlar için kullanılmıştır. Enes b. Mâlik’in belirttiğine göre bu isim ilk defa Kur’ân-ı Kerîm’de yer almıştır.” Ensar ve Muhacir -dolaylı veya doğrudan- çokça Kur’an’da geçmektedir. “Ensarın mensup olduğu, Kahtânîler’in Ezd kolundan gelen Evs ve Hazrec kabileleri, dedeleri Sa‘lebe b. Amr döneminde muhtemelen milâdî II veya III. yüzyıllarda Yemen’deki arim* selinden sonra Yesrib’e göç etmişler, uzun süre Yesrib’deki yahudilerin siyasî ve iktisadî baskısına mâruz kalmışlardır. Suriye taraflarına yerleşen akrabaları Gassânîler’in de yardımıyla ancak VI. yüzyılın ortalarında şehrin idaresinde söz sahibi olabilmişlerdir.”. Hz. Muhammed 620 yılında Hazrec kabilesinden bazılarıyla Akabe’de ve 621 yılında Hazrec ve Evs kabilelerinden bazılarıyla Mekke’de görüşmeler yaptı. (d). Sonrasında da Hz. Muhammed ve yanındakilerin Medine’ye zorunlu/fırsati göçü/hicreti başlayacaktı. (c)(d). Hicret yerinin Medine oluşunun sebebleri arasında şunlar vardır: Hazrec ve Evs kabileleri arasında zaman zaman savaşlar oluyordu, nitekim 617’deki son savaşlarında iki taraftan pek çok kişi ölmüştü, “…savaşlar birçok ocağın sönmesine yol açtığı için Hazrec ve Evs İslâmiyet’i tanıyınca bu yeni din sayesinde aralarındaki düşmanlığın kalkacağını ümit etmiştir.”, “Bundan başka Medine yahudilerinin son peygamberin yakın bir zaman içinde çıkacağını haber vermeleri de halk arasında bir peygamber beklentisi doğurmuştu. Öte yandan, şehrin İslâmiyet’in çevreye kolayca yayılmasına imkân sağlayacak merkezî bir konumda ve müdafaaya elverişli coğrafî bir yapıda olması, ayrıca kervan yollarının üzerinde bulunması da hicretin sebepleri arasında sayılmalıdır.”. Öncesinde (yani 620 ve 621 yıllarında) birkaç kişi gitse de 622 yılında başta muhacir sahabiler gruplar halinde genellikle gizlice Medine’ye göç etmeye başladırlar. “Böylece ashabın büyük çoğunluğu kısa sürede Medine’ye göç etti; geride sadece Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve bunların aileleri, Hz. Ali ve annesi, ayrıca hicrete güç yetirememiş veya gidişleri engellenmiş belli kişiler kalmıştı. Muhacir sahâbîler Medine’ye vardıklarında ensar tarafından misafir edildiler.”. Sonuçta ashab ile Mekke müşrikleri arasındaki ipin -daha da- gerginleşmesinden dolayı Mekke müşrikleri Haşimoğulları bünyesi altındaki Hz. Muhammed’i öldürme kararı aldı. Bunun üzerine Hz. Muhammed ile Hz. Ebu Bekir bir gece yarısı gizlice yola çıkarak -ki Kur’an’daki ‘mağara’ olayı da burada olur ki- -sonrasında birkaç kişi de onlara katılarak- -işlek olmayan güzergahlardan gidilerek- günler sonra Medine’ye varıldı. (c). “Ensar -muhacir dayanışması sonucunda- Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu çarşıda ticarî hayat canlanmış ve Medineliler yahudilerin iktisadî hâkimiyetinden kurtulmuşlardır.”, “Hicretten sonra Hz. Peygamber’in Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evinde kaldığı süre içinde ensarın çeşitli kollarına mensup aileler ona sırayla yemek getirmiş ve hediyeler sunmuşlardır.”, “Ensar Akabe’de Hz. Peygamber’e verdiği sözü tutarak onu her türlü tehlikeden korumuş, gerek Medine’deki yahudilere ve münafıklara, gerekse Bedir Gazvesi’nden itibaren Mekkeli müşriklere ve diğer düşmanlara karşı yapılan silâhlı mücadelelerde daima Resûl-i Ekrem’in ordusunda yer almış, birçok kahramanlık örneği vermiştir.”, “Ensarın fedakârlığını her fırsatta dile getiren Hz. Peygamber onları ancak müminlerin seveceğini, ensarı sevenlerin mükâfatının Allah tarafından sevilmek, nefret edenlerin cezasının da Allah’ın buğzuna uğramak olduğunu belirtmiş”tir, “Hz. Peygamber’in, yeni müslüman olan bazı Mekkeliler’e (müellefe-i kulûb) gönüllerini İslâmiyet’e ısındırmak için bol miktarda ganimet malı vermesi üzerine bir kısım cahil Medineliler onun hemşehrilerini tutup kendilerini bırakacağını ileri sürdükleri zaman Resûl-i Ekrem bunun doğru olmadığını söylemiş, başkaları ganimet mallarıyla evlerine dönerken onların Allah elçisiyle birlikte dönmelerinin daha hayırlı olacağını belirterek gönüllerini almıştır.”, “Hz. Peygamber… ensar hakkında bir konuşma yapmış… hatta kötülük yapanlarının bile bağışlanmasını tavsiye etmiştir.”, “Ensar, Hz. Peygamber ve muhacirlerin Medine’ye hicretlerine imkân sağlamanın bir sonucu olarak İslâm tarihinin seyrini değiştirmiş, Medine’de ilk müslüman devletinin kurulmasına da zemin hazırlamıştır. Resûl-i Ekrem, İslâm’ın tebliği ve uygulanması için ihtiyaç duyduğu pek çok imkâna, insan ve yurt unsurlarını ensarın sağladığı bu devlet sayesinde ulaşabilmiştir.”. Kâ‘b b. Züheyr, bir ensar olup Hz. Muhammed’in meşhur bir şairidir. (d). ““Öne geçen ilk muhacirler ve ensarla onlara güzellikle tâbi olanlar, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur” (et-Tevbe 9/100).”, “Hz. Peygamber’in uygulamaya koyduğu “muâhât” ameliyesinin de etkisi büyük olmuştur. Bu ameliye hicretten hemen sonra gerçekleştirilmiş ve Resûl-i Ekrem, ensarla muhacirleri bir araya getirerek her muhacir için ensardan bir kardeş tayin etmişti. 186 ailenin kardeş ilân edildiği bu uygulama sadece şekilde kalmamış, muhacirler ve ensar kan bağından öte bir bağlılıkla birbirlerine bağlanmışlardı. Hatta mirasla ilgili âyetler gelinceye kadar bu kardeşler birbirine vâris dahi oluyorlardı. Siyasî, iktisadî, içtimaî, dinî ve askerî pek çok fayda sağlayan muâhât, İslâm toplumunun yapılanmasındaki rolü bakımından hicrete anlam kazandırmış ve muhacirlerin Medine’deki hayatlarını kolaylaştırmıştır”, “Siyasî açıdan hicretin büyük bir değişime imkân sağladığı âşikârdır. Mekke’deki müşriklerin baskıları karşısında pek çok eziyet ve işkenceye mâruz kalan müslümanlar hicret sayesinde güç bulmuş ve Hz. Peygamber’in önderliğinde bir devlete kavuşmuşlardır. Hicretten sonra Yesrib şehri..” (ya da Taybe/Tâbe veya Medînetü’r-resûl / Medîne-i Münevvere) de “…müslümanların kurdukları devletin ilk başşehri oldu ve bu konumunu Hz. Osman’ın şehid edildiği tarihe kadar korudu.”, “Hicretten sonra Hz. Peygamber İslâm devletinin kuruluşunu ilân etmiş ve diplomatik temaslarına hemen başlamıştır. Yahudileri de içine alacak şekilde devletin ilk anayasasının belirlenmesini ve civardaki kabilelerle antlaşmalar yapılmasını bu çerçevede değerlendirmek gerekir.”, “Resûl-i Ekrem, devletin teşkilâtlandırılması için gereken bütün çalışmaları en kısa zamanda tamamlamaya çalıştı. Henüz hicretin birinci yılı dolmadan can ve mal güvenliğini sağlamak üzere çevreye silâhlı birliklerin gönderilmesi de bunu göstermektedir. Mekke döneminde kâfirlerin sataşmaları ve fiilî engellemelerine karşı sabır tavsiye edilirken Medine döneminde durum değişmiş ve müslümanlara misillemede bulunma hakkı tanınmıştır. Çok kısa bir sürede güçlenecek ve tarihte yeni oluşumlara sebep teşkil edecek İslâm devletinin temelinde hiç şüphesiz hicret olayı vardır.” (c), “Birçok âyette hicret cihadla birlikte anıl”mıştır “(el-Bakara 2/218; el-Enfâl 8/72, 74-75; et-Tevbe 9/20; en-Nahl 16/110)” “(Âl-i İmrân 3/195; en-Nahl 16/41; el-Hac 22/58)” (e), “Hicret teşrî açısından da büyük önem taşımaktadır. Mekke döneminde nâzil olan âyetlerde tevhid, nübüvvet, âhiret gibi temel inanç konuları işlenip ibadet ve ahlâkla ilgili İslâm esasları konulurken hicretten sonra ferdî ve içtimaî hayatı düzenleyen ahkâmla ilgili âyetler inmiş, ibadet ve muâmelâta dair hükümler konularak müeyyideler getirilmiş ve devletlerarası hukuku ilgilendiren kurallar belirlenmiştir.”, “Hicretten sonra gün geçtikçe kuvvetlenen devlet otoritesi İslâm’a duyulan ilginin artmasını sağlamış, ayrıca kabileler ve aşiretlerle yapılan görüşmeler sonucunda gerçekleşen toplu ihtidâlarla hızlı bir yayılma sürecine girilmiştir. Hicretle müslümanların iktisadî ve ticarî imkânları da genişlemiştir.”, “Medine döneminin ilk yıllarında İslâmiyet’i kabul eden çevredeki insanların Hz. Peygamber’in yanına hicret etmesi bir zorunluluktu ve imanla ilgili görülüyordu. Kur’an buna uymayanları şiddetle kınar ve onların âkıbetlerinin korkunç olacağını belirtir (en-Nisâ 4/97).” (ve el-Enfâl 8/72), “İslâmiyet güç kazanıp, müslümanların bulundukları bölgelerde kendilerine yapılan baskılar ortadan kalktıktan ve dinin esaslarını kolayca öğrenme imkânı doğduktan ve nihayet Mekke fethedildikten sonra hicret bir zorunluluk olmaktan çıkarılmıştır.”. “Hicretin resmen takvim başlangıcı sayılması Hz. Ömer zamanında 17 (638) yılında gerçekleşmiştir.”. (c). ““-Bilhassa o fey- hicret eden fakirlere aittir ki onlar Allah’tan fazlu inâyet ve hoşnutluk beklerler; Allah’a ve Peygamber’ine yardım ederken yurtlarından çıkarılıp mallarından mahrum edilmişlerdir. İşte bunlar sadıkların ta kendileridir. Onlardan önce -Medine’yi- yurt ve iman evi edinmiş olanlar kendilerine hicret edenlere karşı sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendileri yoksulluk içinde olsalar bile onları öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa işte muratlarına erenler onlardır” (el-Haşr 59/8-9)” (e). (a) TDK, ags., “Muhacir”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Ensar”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) Ahmet Önkal, “HİCRET”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/17/C17023289.pdf> Cilt: 17, s. 458-462; (d) Hüseyin Algül, “ENSAR”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1995, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/11/C11004156.pdf> Cilt: 11, s. 251, 252; (e) Ahmet Özel, “Hicret” (Fıkıh), TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/17/C17023290.pdf> Cilt: 17, s. 463; Erişimler: 14 Haziran 2019.