Konu 25: Somutluk Diye Bir Şey Yoktur

“Gerçeklik en temel düzeyde neden oluşur? Bu soruya klasik cevabı veren kişi Aristoteles [MÖ 384-322] olmuştu: Gerçeklik = Malzeme + Yapı. Aristotelesçi öğreti, Yunanca hyle (malzeme) ve morphe (biçim, yapı) sözcüklerinden ‘hilomorfizm’ olarak bilinir. Bir yapı ve malzeme bileşkesi değilse hiçbir şeyin gerçekte var olmadığını söyler. Yapısız malzeme kaostur, Antik Yunan imgeleminde hiçliğe tekabül eder. Malzemesiz yapı da sadece bir varlık hayalîdir.”.

“Geçen birkaç yüz yıl içinde, bilim bu Aristotelesçi gerçeklik anlayışını insafsızca yerle yeksan etmiştir. Bilimsel açıklamalarımız iyileştikçe ‘malzeme’ tablodan düşme eğilimi gösterir. [Gayrı (gayri); “başka, diğer” demektir. (TDK, GTS)] Doğanın gayrimaddileştirilmesi, kütle çekim kuramıyla görünürde okült [gizli] bir ‘uzaktan eylem’ mefhumuna [kavramına] başvuran Isaac Newton’la başlamıştır. Newton’ın sisteminde, aralarında boş uzaydan başka bir şey olmasa da, Güneş uzanıyor, Dünya üzerinde kütle çekim etkisini kullanıyordu. İki cisim arasındaki etkinin mekanizması ne olursa olsun öyle görünüyor ki araya giren bir ‘malzeme’ gerektirmez. (Newton bunun nasıl olabileceği sorusu karşısında çekingendi, ‘Hypothtses nonfingo.’, yani ‘Hiçbir varsayım çerçevelemiyorum.’ demişti.)”.

“Newton doğayı en büyük ölçeklerde Güneş Sistemi’ne doğru gayrimaddileştirmişse modern fizik aynısını en küçük ölçekler için atomdan aşağıya doğru yapmıştır. Michael Faraday [1791-1867] 1844’te, maddenin ancak, üzerinde etkili olan kuvvetlerce tanınabileceği gözleminde bulunarak ‘Zaten var olduğunu varsaymak için ne gerekçe var?’ diye sormuştu. Faraday, fiziksel gerçekliğin aslında maddeden değil alanlardan, yani noktalar ve sayılarla tanımlanan tümüyle matematiksel yapılardan oluştuğunu ileri sürüyordu. Yirminci yüzyılın başlarında, uzun zamandır mükemmel katılık örnekleri olarak görülen atomların büyük ölçüde boş uzaydan oluştuğu keşfedildi. Kuantum kuramı da atom altı parçacıkların (elektronlar, protonlar ve nötronların) küçük bilardo toplarından ziyade, soyut özellik demetleri gibi davrandığını ortaya koydu. Daha derin her açıklama düzeyinde, malzeme olduğu düşünülen şey, yerini saf yapıya bırakıyordu. Doğanın gayrimaddileştirilmesi yönünde yüzyıllardır devam eden bu eğilimde en son gelişme, saf geometriden madde çıkaran sicim kuramıdır.”.

“Maddi dünyaya ilişkin gündelik kavrayışımız açısından bu kadar temel önemde olan nüfuz edilebilirlik mefhumunun, matematiksel yanılsama benzeri bir şey olduğu anlaşılmaktadır [Nüfuz “içine geçme”, nüfuz etmek ise “bir şeyin içine işlemek, geçmek” demektir. (TDK, GTS)]. Neden düştüğümüzde yeri delip geçmiyoruz? (…) Çünkü iki katı birbirine nüfuz edemez, nedeni bu işte. Ama bunu yapamamalarının nedeninin, içkin bir malzeme benzeri katılıkla [somutlukla] hiçbir ilgisi yoktur. Daha ziyade bir sayı meselesidir. İki atomu çarpıştırmak için bu atomlardaki elektronları sayısal olarak aynı kuantum hâline sokmanız gerekir. Bu da kuantum kuramında ‘Pauli Dışlama ilkesi’ denilen bir şeyle engellenir, bu ilke, iki elektronun, ancak spinleri ters yöndeyse doğrudan birbirlerinin tepesine oturmasına izin verir.”. (Dolayısıyla elektronların spinleri aynı yönde olduğu için böyle bir şey olmaz.)

“Tek tek atomların fiziksel kuvvetine gelince… [bu üç nokta kaynakta var] Bu da esasen matematikseldir. Bir atomdaki elektronların çekirdekle çarpışmasını engelleyen şey nedir? Elektronlar çekirdeğin tam tepesinde duruyor olsalardı her elektronun nerede olduğunu (atomun tam merkezinde [olduğunu]) ve ne kadar hızlı hareket ettiğini kesin olarak bilirdik. Bu da bir parçacığın konumu[nun] ve momentumunun [hızının] aynı anda belirlenmesine izin vermeyen Heisenberg[‘in] Belirsizlik ilkesini ihlal ederdi.”. (Dolayısıyla elektronun konumu ve hızı aynı anda belirmediği -belirlenemediği- için böyle bir şey de olmaz.) [Werner Karl Heisenberg (1901-1976)]

“Bu yüzden de bizi çevreleyen sıradan maddi nesnelerin (masalar, sandalyeler, kayalar vs. [kısaca biz ve diğer tüm cisimlerin]) katılıkları [somutlukları, yani katı, sıvı, gaz ve plazma hâli olarak somut dediğimiz şey, kısaca somutluk (özde olmayıp, sözde olup)], Pauli Dışlama ilkesi ve Heisenberg[‘in] Belirsizlik ilkesinin ortak bir sonucudur [bir yanılsamadır]. Başka bir deyimle, iş bir çift soyut matematiksel ilişkiye gelip dayanır.”.

“En temelde, bilim, gerçeklik elementlerini [bileşenlerini] birbirleriyle ilişkileri itibarıyla tanımlar, bu elementlerin sahip olabileceği malzeme benzeri özellikleri görmezden gelir. Örneğin bize, bir elektronun belli bir kütlesi ve yükü olduğunu, ama bunların sadece başka parçacıklar[ın] ve kuvvetlerin belli şekillerde elektronu etkilemesini sağlayacak özelliklerden ibaret olduğunu söyler. Kütlenin enerjiye eş değer olduğunu söyler, ama enerjinin aslında ne olduğuna dair bize hiçbir fikir vermez, doğru hesaplandığında bütün fiziksel süreçlerde korunan sayısal bir nicelik olduğu dışında. Bertrand Russell’ın belirttiği üzere, iş dünyayı oluşturan oluşumların içkin niteliğine geldiğinde bilim sessiz kalır. Bize sunduğu şey, büyük bir ilişkisel ağdır: Hep yapıdır, hiç malzeme yoktur. Fiziksel dünyayı oluşturan oluşumlar, bir satranç oyununun parçalarına benzer: Önemli olan, her parça için nasıl hareket edeceğini söyleyen bir kurallar sistemi tarafından tanımlanan roldür, parçanın yapıldığı malzeme değil.”. [Bertrand Arthur W. Russell (1872-1970)]

“Bu arada fizikçinin gerçekliğe bakışı, modern dil biliminin babası Ferdinand de Saussure’ün [1857-1913] …önerdiği dile bakışa, dikkat çekici derecede benzer. Saussure, dilin tümüyle ilişkisel bir sistem olduğunu ortaya koymuştu. Kelimelerin içkin bir özü yoktur. Konuşurken çıkardığımız seslerin içkin niteliğinin iletişimle bir ilgisi yoktur, önemli olan şey, sesler arasında tezatlar sistemidir. Saussure ‘Dilde olumlu itibar olmaksızın sadece farklılıklar vardır.’ derken bunu kastediyordu. Saussure’ün yapıyı malzemenin üstüne çıkarması, Fransa’da 1950’lerin sonunda, varoluşçuluğu bir kenara iten yapısalcı hareketin [‘yapısalcılık’ın] esin kaynağı olmuştu.”.

“Gerçeklik gerçekten de katışıksız [karışık-karma olmayan, “içine başka şeyler karışmamış olan, saf” (TDK, GTS)] yapıysa bu onu yepyeni biçimlerde düşünmenin kapısını aralayacaktır. [Roger] Penrose ile [Max Erik] Tegmark’ınkidir [d. 1967]. Onların bakış açısına göre gerçeklik, özü itibarıyla matematikseldir. Matematik nihayetinde yapı bilimidir, malzemeyi bilmez de umursamaz da. Yapısal olarak birbirinin aynı olup farklı malzemeden yapılmış dünyalar [evrenler], matematikçinin gözünde aynıdır. Bu gibi dünyalara, Yunanca isos (aynı), morphe (form) kelimelerinden hareketle, ‘izomorfik’ denir. Evren baştan aşağı yapıysa o hâlde kapsamlı olarak matematikle nitelenebilir. Eğer matematiksel yapıların nesnel bir varoluşu varsa evrenin de bu yapılardan biri olması gerekir. Öyle görünüyor ki Tegmark’ın ‘Bütün matematiksel yapılar fiziksel olarak vardır.’ dediğinde kastettiği şey en azından budur. Gerçekliğin nihai bir malzemesi yoksa matematiksel yapı fiziksel varlığa denk düşer.”.[1]

 

Kaynak

[1] Jim Holt, age., s. 217-220.