Ön Bilgi: Bu yazı Ezoterizm, Mistisizm, Budizm ve Tasavvuf gibi akımların düşünce tarzıdır.
Canlı ve cansız tüm varlıklar, kendi derinliklerindeki içsel yapılarında varoluşlarının neden ve niçinlerini içlerinde saklarlar. Dünyevi yaşam; tekdüze, aldatıcı, hep aynı şeylerin olması, bir hayalden ve sanal gerçeklikten oluşması olarak görülebilir. Bu durumdan uyanma ve her şeyin farkına varma adına gidilen bu yola Ezoterizm denir. Bir bakıma kutsal olana derin bir bakıştır. Tasavvuf ile Ezoterizm’in benzerlikleri olmasına rağmen ayrıldıkları hususlar da mevcuttur.
Bilim ve bilinç bir birikimdir ve yavaş yavaş oluşur. Bu nedenle farkındalık da aşama aşama oluşarak, hakikate götürür. Bu aşamalar da, sırlarda saklıdır; bunlar verilmez (açıkca anlatılamaz) ancak yaşanması gerekir ya da oluşturulur. Arayış içindeki insan kendi derinliklerine inmelidir.
Mutlak Düzen; saf enerji olan, hiç kaybolmayan, hep var olan, vasıf ve sıfat dışıdır. Göreceli Düzen; sürekli değişen, doğan ve yok olan, sıfat ve vasıf taşıyan şekil, oluşum, varlık, obje ve fenomenlerdir. Canlı ve cansızlar Mutlak’tan Göreceli olarak görünüm kazanırlar. Bunların ikisi arasında pek bir fark olmamakla beraber, birbirlerinden bütünüyle ayrı boyutlardadır. Mutlak; durgun, saf, zaman-mekân üstü, sonsuzdur ancak evrensel yasanın karmaşık yapısı ile hareketlilik kazanan düzendir. Göreceli; zaman-mekân sarkacından ayrılmayan ve bu sebeple neden-sonuç ilişkisini taşıyan, doğum-ölümü barındıran ve sürekli değişen bir dünyevi düzendir veya akıştır. Bu iki düzen sürekli olarak boşlukta birbirlerine dönüşürler. Bu nedenle temel kimliğimiz doğum-ölüm, zihin veya vücut değildir; evrensel ve sonsuz olan Kozmik Bilinç’tir.
Heraklitus’un[35] (Efes’li, MÖ 540-480[36]) dediği gibi: “Ölümlüler ölümsüzdür, ölümsüzler ölümlü. Birbirlerinin ölümlerini yaşarlar, yaşamlarını ölürler.” Yunus Emre’nin dediği gibi: “Ten fanidir can ölmez, Gidenler geri gelmez, Ölür ise ten ölür, Canlar ölesi değil.”
İnsanı anlayan evreni kavrar çünkü gerçek bilgi içimizde mevcuttur, bu nedenle kendini bilmek bütün bilimlerin temelidir. Yunus Emre’nin dediği gibi: “İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Ya nice okumaktır” Kendini bilmek zordur. Hakikat; çıkar, maddecilik, korku, güvensizlik altına gömülüdür. İnsanlar çoğu zamanlarını yüzeysel, yapay, geçici, hoş görünüşlü tasarılar yapmakla geçirip, az zamanını sonsuz varlıklarını geliştirecek eylemlere ayırırlar. Hâlbuki evren hala tasarlanmakta olan bir projedir. Önyargılarını durmadan düzenleyen insan, kendini bilmeyi unutur.
Zorlukla mücadeleye girişmiş bir akılda daima güzel şeyler bulunur. İnsanlar korku ve tutkularını dışlayıp özgür olmalıdır. Ruhsallık mantık ve sevgi uyumudur. Hakikat sınırsız ve koşulsuz olduğundan organize edilemez, yolu yoktur. Yaşamın kendisi koşulsuz hakikattir. Dolayısısyla içimizdedir. Hakikate ulaşmak için zihnin boşaltılması gerekir. Boşalan zihin görünüşleri gözlemler fakat onlardan etkilenmez, şeklin ötesine geçilerek mana yakalanır. Bu sayede aydınlanarak hakikate ulaşabiliriz. Burada dikkati vermek, bölünmemek önemlidir. Zihni boşaltabilmenin yolu da An’da yaşayabilmektir. An’da yaşanılıp dikkatimizi verirsek belleğimiz kayıt yapmaz. İnsan duygusal belleğinde kayıtlı anıları tekrar tekrar hatırlayarak acı çeker ve geçmişte yaşar. Geçmiş ve gelecekte yaşayan kişi An’a dikkatini veremez. Farkındalığın olduğu yerde tepki olmaz ve farkındalık ışığını An’a yöneltmeyen kişi, bir an sonra geçmiş olacak anıların karanlığında kalmaya kendini mahkûm eder. İşte buda cehalet, bencillik, bağımlılık ve karanlık doğurur. Geçen cümledeki tepki olmazdan kasıt, her görüntüdeki birliği yakalayabilme durumudur. An’da tüm farkındalığımızla dolu dolu yaşadımızda hiçbir eksiklik kalmaz, bu sayede diğer an için özgür oluruz.
Her şey tamamlanmak bir olmak ister. Tamamlanamayan An tamamlanmak umuduyla beyinde kayda geçer. Sonunda bu kayıtlar öyle çoğalır ki, insanın tüm yaşamını yönetecek hale gelir ve insan sanki robotlaşır. Robotlaşan insan hakikate ulaşamaz. Aydınlanmış insan zihni zamandan bağımsızdır. Robotlaşmanın getirdiği cahillikler şunlardır; yanlış arzular, öfke ya da tutku ve bireyin gerçeği bilmemesidir. Hâlbuki Aydınlanmış insan tekrarlamanın, An’ı yaşayıp yaşamamanın ve hakikatların ne olduğunu bilir.
Deniz-Dalga olayını ele alırsak. Burada deniz sabittir ama dalgalar değişken ve geçici olarak boşluktur. Denize Mutlak, Dalgaya Göreceli diyebiliriz.
Her şey zıddıyla vardır. Varlık ve Yokluk birbirlerini üretir. Uzun-Kısa, Ön-Arka vb… Zıtları anlamak hakikate ulaşmakla olur. Hakikat değişmez. Şefkat, merhamet, barış, huzur, akıl, vicdan gibi durumlar tarafsızlığa dönüşerek her şeyi birlik durumunda görür ve huzurlu yaşarız.
• Tao’cu bir deyiş şöyle der: “Bir ikiyi doğurur, iki üçü, üç tüm binlerce eşyayı, bundan boşluk ruha, ruh yaşama, yaşam öze ve öz de şekle dönüşür. Tam tersi olarak binlerce eşya üçe, üç ikiye, iki bire döner. Dolayısıyla bu enerjilere bol miktarda sahip olmak yararlıdır” çünkü çeşitlilikten birlik doğar.
• Descartes şöyle demiştir: “Tüm yaşamın bir rüya olmadığından nasıl emin olabilir insan!”
• William Shakespear: “Tüm dünya bir sahnedir, yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin sahneye girip çıktığı. Ve tek bir insanın ömrü boyunca pek çok rol oynadığı.”
Bir bakıma geçiciliği anlayıp ona göre yaşamak esastır, denilebilir.[35] (Yazardan bir söz: “Hakikatin yansıması mutluluktur”.)
___________________
[35] Sıtkı Aytaç, “Ezoterizm, Farkındalık ve Kendini Bilmek”, Historical Sense, 10 Ocak 2007, <http://historicalsense.com/Archive/Fener74.htm> Erişim: Nisan 2012.
[36] M. Cihat Can, “Eski Grek Dört Unsur Nazariyesi ve Türkçe Müzik Yazmalarında Etkisi”, Gazi Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt: 22, Sayı: 2, 2002, <http://www.gefad.gazi.edu.tr/download/article-file/77425> Erişim: Temmuz 2018, s. 134.