Irvin Yalom’a göre ölüm, paylaşımsız bir şeydir ve bireysel açıdan daima baş edilmesi gereken varoluşsal bir kaygıdır, patolojik bir durumdur.[275] (Irvin David Yalom[276]) (Patoloji[277])
Ölüm kaygısı varoluş ile başlar. Ölüm ve ölüm kaygısı; Sümerlerin Gılgamış Destanı’nda, Mısırlıların Ölüler Kitabı’nda, Eski Yunan filozoflarının yapıtlarında, Musevilik-Hristiyanlık-İslam’da ve benzerlerinde sık sık işlenmiştir. Geliştirdiğimiz ontolojik ve epistemolojik bilinç içeriklerinin hepsi bu dünyaya bağlıdır / onunla ilişkilidir: Kısacası bir insanın düşündüğü her şey bu dünyayla ilişkilidir.
Grek felsefesi, bu dünyaya insan/hayvan olarak doğarsınız, sonra hayvanlardan farklı olarak “kişi” olursunuz, der. İnsan bir kültürde doğar, sosyalleşir: O toplumun dilini, geleneklerini, değerlerini, simgelerini öğrenir ve o toplumun bireyi haline gelir: Onla ilişkiler / aidiyet bağı kurar ve kişi olur. Bu dünyada oluşan “var olma / kişilik bilincinin” karşısında ise “ölüm” yer alır. Ölüm karşısında, Aristo’nun dediği gibi, insan “aporia”yla/çözümsüzlükle karşı karşıya kalır.
Küçük çocuklar ölümü bilmez, büyüdükçe zaman içerisinde etrafta gördüğü başkalarının ölümü ile bunu kavrar. İnsanoğlu ölümle yüzleştiğinde ilk tepkisi doğal olarak -kişiliğinin ve bilincinin yok olacağını ya da ne olacağını düşünüp- bunu kabullenememek olur. İnsanoğlu ölümü düşünmeden yaşamını sürdürür ve -yakınının ölmesi, kendisinin öldürülmesi veya ölmesi gibi- ölümle yüzleştiren deneyimler yaşadığında ondan kaçar.
Ölümün kaçınılmaz olduğunu anlayan insanoğlu, ona ilişkin pozitif veya negatif olarak çeşitli görüşler ve düşünceler geliştirir: Bunlar, doğum başlangıç, ölüm son gibi ya da ölümden sonra bilinmeyen başka bir dünyaya gideceğiz gibi. Ölüm karşısında gelgitler, gerilimler ve çözümsüzlükler yaşayan insanoğlu “bundan kurtulabilmek için” hayatını anlamlandırmaya, hayatına bir anlam/amaç ya da anlamsızlık yüklemeye çalışmıştır: Yüklenilen bu olguların başaktörü ise “ölüm”dür.[275]
___________________
[275] Hasan Aydın, “Ölüm Korkusu Karşısında Felsefenin Tesellisi”, Viacademia, 21 Mart 2015, <https://youtu.be/bunQ_Z4dSAY> Erişim: 14-27 Temmuz 2015.
[276] Irvin David Yalom: 1931’de ABD’de doğdu, yaşıyor, Yahudi. Varoluşçu bir psikiyatrist, yazar ve eğitimci. Wikipedia Contributes, “Irvin D. Yalom”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Irvin_D._Yalom> Erişim: 6 Eylül 2015.
[277] “Patoloji”: “(Yun. pathos: ızdırap; logos: bilim) Hastalıklarla uğraşan bir bilim dalı.”. TDK, ags., “Patoloji”, BSTS – Biyoloji Terimleri Sözlüğü, Erişim: 20 Haziran 2019.
Ölüm olgusu felsefe ve dinlerde fazlaca işlenmiştir. Tek tanrılı dinlerde bu olgu 2 amaçla kullanılmıştır: Bir dine, Tanrı’ya ve ikinci yaşama inandırmak için ve kişinin ahlaki ve dünyevi işlerinin dinî sistemlere göre düzenlenmesi için o, bir araç olarak ele alınmıştır. İnsanın bilemediği ve “korktuğu” bu olgu, farklı öğreti ve inançlarda, insanları yanlarına çekmek için kullanılmıştır: O, adaletin ve güzel ahlakın baş domino taşı gibidir âdeta: Bu dünyada gerçekleşmeyen adalet, bir hesap olarak öteki dünyada gerçekleşir. Tek tanrılı dinlerde ölüm, yaşamın sonu değildir, gelip geçicidir; hayat bir oyundur, gerçek yaşam ikinci yaşamdır; doğum ile bu dünyaya, ölüm ile de öbür dünyaya bir kapı açılır: Araçsal olarak ikinci yaşama inanmakla bir insan, Tanrı’ya da inanmış olur. İkinci yaşam, bu dünyada gerçekleşmeyen istek, huzur ve adaletin başka sonsuz bir yerde tecelli etmesidir. Dünyadaki işlerin düzene sokulması için cehennem bir ceza, cennet ise bir ödüldür: Bunların ikisi de araçtır.
Bertrand Russell bir agnostiktir ve onun papazlarla yaptığı konuşmalar çok meşhurdur. Russell, katedrale gittiğinde papazın, “henüz beni ele geçiremediniz, henüz beni ele geçiremediniz, diyerek bahçedeki solucanları kazma ile öldürdüğünü görür ve bundan şöyle bir soru çıkarır, dinler ölüm korkusunu yenebilir mi, çıkardığı sonuç ise, hayır, ölüm korkusunu daha travmatik bir hale getirir, olur.[278] (Bertrand Russell[279]) (Travma[280])
Yapılan araştırmalara göre inananlar ve inanmayanlar dâhil, kadınlarda ölüm kaygısı daha yüksektir, gençler dinden/ölümden daha fazla korkmaktadırlar, yaşlılar ise tam tersine daha az korkmaktadır. Dindarlar arasında yapılan araştırmaya göre ise, onlar ölüm korkusunu somut olarak yenememişlerdir.
Russell’ın tersine, Tolstoy’un deneyimlerinde onun şu itirafı söz konusudur. O, meşhur olduktan sonra bunalımlar yaşar. Bu, kapitalist toplumda yaşanmış bir inanç bunalımıdır ve ülkesine geri dönerek mütevazı kasabasında yaşamaya devam eder. O zamana kadar agnostik olan Tolstoy, köyde birisinin ölmesi üzerine cenaze törenine katılır ve şunu görür: Cenazedeki insanlar gündelik problemlerini konuşmaktadır, oysa ona göre ölüm çok travmatik olduğu için buna şaşırır ve bunun peşine düşer. Sonucunda ise bulduğu tek şey vardır “Hristiyanlık”: Yani dinlerin, ölüm kaygısını rehabilite ettiğini anlar.[278] (Leo Tolstoy[281])
___________________
[278] Hasan Aydın, “Ölüm Korkusu…”, ags.
[279] Bertrand Russell: 1872-1970, Britanya, günümüz Wales, İngiliz. Filozof, mantıkçı, matematikçi, tarihçi, yazar, sosyal eleştirmen (a). Agnostik (b). Ateist (c). Kendini felsefi bir agnostik olarak nitelendirdi, ancak “ateist” etiketinin “sokaktaki sıradan adam” için daha doğru bir izlenim bıraktığını söyledi (b). (a) Wikipedia Contributes, “Bertrand Russell”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Bertrand_Russell> Erişim: 6 Eylül 2015. (b) Wikipedia Contributes, “List of agnostics”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, ags. -121. dipnotta bk.- Erişim: 20 Haziran 2019. (c) Wikipedia Contributes, “List of atheist philosophers”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, ags. -116. dipnotta bk.- Erişim: 6 Eylül 2015.
[280] Türkçedeki travma sözcüğü, “Yeni Latince trauma “tıpta bir darbe sonucu oluşan bedensel veya ruhsal yara” sözcüğünden alıntıdır. Latince sözcük Eski Yunanca traûma τραῦμα “yara” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca teírō τείρω “bertmek, yaralamak” fiilinden +ma(t) ekiyle türetilmiştir. Yunanca fiil Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *terə-1 “delmek, çentmek” biçiminden evrilmiştir.” (a). “Travma”: “is. ruh b. 1. Sarsıntı. 2. tıp Bir doku veya organın yapısını, biçimini bozan ve dıştan mekanik bir tepki sonucu oluşan yerel yara.” (b), “Yaralanma.” (c), “Herhangi bir fiziksel etkenle oluşan yaralanma, incinme, zedelenme, yara, bere.” (d). (a) Sevan Nişanyan, “Travma”, Nişanyan Sözlük, 8 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=travma&view=annotated>; (b) TDK, ags., “Travma”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Travma”, BSTS – Cerrahi Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Travma”, BSTS – Su Ürünleri Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 20 Haziran 2019.
[281] Leo Tolstoy: 1828-1910, Rusya, Rus. Romancı, kısa öykü yazarı, oyun yazarı, denemeci. Wikipedia Contributes, “Leo Tolstoy”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Leo_Tolstoy> Erişim: 7 Eylül 2015.
Doç. Dr. Hasan Aydın, anneannesinin cenazesinde iken sağlık memuru kardeşi İbrahim, yaklaşık 1 ton toprağın 1-2 dakika gibi kısacık bir sürede mezara atılmasına ilişkin Aydın’a şunu söyler: Normal zamanda olsa bu toprağı 1 günde atmaz bu insanlar, niye bu kadar hızlı atıyorlar! Aydın da refleksif ve ani bir cevapla şunu söyler: Onlar kendi ölüm korkularını gömüyorlar, anneannemi gömmüyorlar! İbrahim durdu ve şunu dedi: Haklısın aslında, insanlar bir an önce buradan kurtulmak istiyorlar çünkü her bir birey aslında travmatik bir biçimde o toprağın içerisinde bir gün kendisinin de olacağını fark ediyor. Sonrasında Aydın’a dönerek Tolstoy’un dediği gibi, insanlar ne kadar rahatlar, gündelik şeylerini konuşuyorlar, Aydın da, o gündelik konuşmalar aslında ölümle yüzleşmemek için kendi ölümlerini düşünmemek için buldukları bir savunma mekanizması olmalı, der.
İslami Arap geleneğinde ölülerin bir an önce götürülüp defnedilmeleri söz konusudur. Aydın’ın validesi hacca gidip geldiğinde kendisine şunu söyledi: İnsana hiç saygı duymuyorlar, ölen insanı hemen alıp, götürüp kumluğa bir çukur kazıp hemen gömüyorlar!
Aydın, teoloji ve İslam kelamı konulu -“Gazzâlî’nin Tanrı ve Evren Tasarımı ve Günümüze Yansımaları” adlı- doktora tezinde Gazzâlî ile ilgili şunları dile getirir. Gazzâlî genç yaşta, 56 yaşında ölmüştür. Gazzâlî öleceğini anlar ve yanında da kardeşi Ahmed vardır. Ahmed o anları şu şekilde anlatır: Gazzâlî, kefenimi getirin, deyip yatağında kefenini kendisi biçer ve kıbleye doğru dönerek sürekli şunu mırıldanır, sevgiliyle buluşmaya gidiyorum, sevgiliyle buluşmaya gidiyorum.
Papazın, Tolstoy’un, Gazzâlî’nin ve benzerlerinin deneyimlerine baktığımızda, kimi insanlarda ölüm korkusunu din yenmektedir, bu, mistiklerde daha yaygındır; kimi insanlarda ise tersine, dinlerin, ölüm korkusunu daha travmatik hale getirdiği görülür.
Platon “Phaidon” adlı eserinde ölüm olgusu, ölüm korkusu ve ölüm korkusunu yenme konularından bahsetmiştir. Bunda anlatılan şudur. Sokrates suçlanır ve baldıran zehiri içerek ölüme mahkûm edilir. Son günüdür ve öğrencileri etrafında toplanır. Phaidon da bunlardan birisinin adıdır. Hepsi ağlamaklıdır ve bunu anladığı için Sokrates, dönerek söze başlar: Siz benim kötü bir yere gittiğimi mi düşünüyorsunuz, diye üzgünlüklerinden dolayı sorar ve orada ölüm konusu konuşulmaya başlanır ve Sokrates metanetli bir biçimde şunu söyler: Benim cismim/bedenim sizin yanınızdan ayrılıyor, ben aslında ölmüyorum, aslında dünya denilen bu hayatın yükünden kurtuluyorum. Bu arada konuşmada, karşı çıkanlar olur, ruhun ölümlü olup, beden ve ruh arasındaki ontolojik ayrım gündeme getirilerek, bedenin bu dünyaya bağımlı, gelip geçici olduğu vurgulanır ve insanı insan yapan ruh olgusu gündeme getirilir. Burada, Sokrates’in öğrencisi Platon’un “üç parçalı ruh” öğretisinin etkin bir biçimde kullanıldığı görülür. Platon’a göre ruhun 3 temel parçası vardır.[282]
1- Orijinali “Nous”tur. Araplar “akıl”, Hristiyanlar ise ona “logos” demiştir. İdeler âlemine gidip gelen, oradaki yaşamı bilen, oradaki yaşamı bu dünyada taklit/mimesis eden, idelere katılan, ölümsüz olan, bedenle ilişkisi olmayan ve tanrısal parça olandır. 2- Orijinali “Thumos”tur. Araplar onu “gadap” öfke yetisi olarak çevirmiştir. O, bedenle ilişki içerisinde var olur. 3- “Epithumia”, şehvet yetisi, bu da bedenle ilişki içerisindedir.[282] (Akıl ve Logos[283]) (Gadap ve Şehvet[284])
Sokrates konuşmasında bunları anlatmıştır ve şunları da eklemiştir: İnsan öldüğünde aslında ölen, öfke ve şehvet yetimizdir. Konuşmada başka bir şey de gündeme gelir, akılsal yanımızı temsil eden ruhumuzun aslında ideler âlemindeki “unutkanlık nehri”nden su içip “bedene düşmesi” söz konusudur. Beden bir hapishanedir ve akıl onun içine düşmüştür: Öfke ve şehvetle yoldan çıkarılan insan idea âlemine ulaşamaz ancak öldükten sonra öfke, şehvet ve bedenden kurtulup güzellik ve iyilik idesine, idea âlemine, gerçek ve hakiki bilgiye ve de hakikate ulaşır. Ve Sokrates şunu söyler: Ölüm gerçek hakikati temaşa etmeye giden bir yoldur. Akıl, bedenin yükünden/zincirlerinden kurtularak güzellik-iyilik idesine geri döner. Öte âlemde gülmek, eğlenmek, öfke, şehvet gibi bedeni durumların olmaması hakkında Sokrates -fazlaca- negatif yaklaşarak şunları savunur. Aslında bizim tensel haz diye nitelendirdiğimiz hazların hiçbirisi gerçek haz değil. Haz, acının veya bir sorunun ortadan kalkmasından sonra elde ettiğimiz bir şeydir, o önemli değildir, gelip geçicidir. Asıl haz, hakikat olan akılımızın/ruhumuzun, bizi değişmeyen/bozulmayan güzelliğe, iyiliğe, hakikate veya “ışığa” götürdüğü anda hissettiğimizdir. Bu, rasyonel düşünce hazzı’dır.[282] (“Haz” ve “Temaşa”[285])
___________________
[282] Hasan Aydın, “Ölüm Korkusu…”, ags.
[283] Türkçedeki akıl sözcüğü, “Arapça ˁḳl kökünden gelen ˁaḳl عقل “kontrollü düşünme yeteneği, sağduyu, itidal” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ˁaḳala عقل “I. dizginledi, gem vurdu, II. akıl süzgecinden geçirdi, akıl yürüttü” fiilinin faˁl vezninde masdarıdır.”. Ek açıklama “Aynı kökten Arapça ˁiḳāl, ˁuḳla(t) “bukağı, hayvanlara vurulan ayak bağı”. Akıl, frenleyici ve dizginleyici bir şey olarak düşünülmüştür. • Aynı Sami kökünden İbranice ˁāḳal ve ˁāgal “burmak, kıvırmak, halka yapmak”.”. (a). Şimdi burada “kalp” sözcüğünü de almak istedim, çünkü görüşüme göre teolojik ve etimolojik olarak “kalp” ile “akıl” birbiriyle bağlantılı olabilir ve bu bağlamda yine görüşüme göre akıl sözü kalpten türemiş olabilir. Türkçedeki kalp sözcüğü, “Arapça ḳlb kökünden gelen ḳalb قلب “yürek” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Akatça aynı anlama gelen ḳablu sözcüğü ile eş kökenlidir.” (b), “Arapça ḳlb kökünden gelen ḳalb قَلْب “değişme, dönme, tersine çevirme” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ḳalaba قَلَبَ “döndürdü, çevirdi” fiilinin faˁl vezninde masdarıdır.” (c). Görüşüme göre “kalp” sözcüğü de “kabala” ile bağlantılıdır. Türkçedeki kabala sözcüğü, “Fransızca ve İngilizce cabbala “Tevrat’ın gizli anlamına ilişkin Musevi gelenekleri, batınilik” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük İbranice ḳbl kökünden gelen ḳabbālāh קַבָּלָה “alınmış olan şeyler, gelenek” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük İbranice ḳibbēl קבל “alma, kabul etme” sözcüğünden türetilmiştir.” (d). Bu bağlamlarda görüşüme göre akıl veya düşünceler, bir gelenekler bütünüdür. Türkçedeki logos sözcüğü, “Eski Yunanca lógos “1. söz, kelam, 2. söz söyleme eylemi ve kapasitesi, 3. anlatı, bilim, yasa, 4. sayı” sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Eski Yunanca légō λέγω, λογ- “seçmek, ayırmak, sayı saymak, söylemek” fiilinden türetilmiştir. Bu sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *leg-1 “ayırmak” sözcüğünden evrilmiştir.”. Logos “Eski Yunan kültürünün temel kavramlarından biridir. Legō/leksō fiilinin anlam yelpazesi, Latince legere “1. seçmek, 2. okumak” fiiline paraleldir.”. Biyoloji, biyolog ve saire gibi +loji, +log’lar logos’tan gelir. (e). (Dipnot 158’de verdiğim “logos”u burada tekrar vermem gerekti.) “Logos”: “(Yun. legein = söylemek, konuşmak) Yunanca’daki ilk anlamı söz, sonradan düşünce, kavram, us, anlam, evren yasası anlamlarını da almış, Herakleitos’tan beri felsefenin temel kavramlarından biri olmuştur. 1- Söz, anlamlı söz; sözün anlamı. 2- (Mantıksal olarak) a. Deyiş. b. Kavram, c. (Platon ve Aristoteles’ten beri) Bir şeyi anlaşılır kılan mantıksal temel. d. Mantıksal olanın birliği e. Bilim ilkesi. 3- (Ruhbilimsel olarak) a. (Yunan felsefesinde) İnsan ruhunun usla ilgili bölümü, b. (Yeni insanbilimde) Yaşamın bilinçsiz güçlerinin karşısında etkin bilinç ilkesi. 4- (Fizikötesinde Herkakleitos ve Stoa’dan beri) Evren usu, evren yasası. 5- (Tanrıbilimsel olarak) a. Tanrı sözü. b. (Hellenizm felsefesinde) Tanrı ve evren arasındaki aracı. c. (Augustinus’tan beri) Her bilgiyi olanaklı kılan Tanrısal ışık; bilgi kaynağı.” (f). “Deyi”: “is. dil b. 1. Dil, söz, işaret, mimik vb. anlatım araçlarının bütünü, logos. 2. fel. Hristiyan felsefesinde Tanrı kelamını insanlara ulaştıran oğul, logos.” (g). (a) Sevan Nişanyan, “Akıl”, Nişanyan Sözlük, 9 Nisan 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=akıl&view=annotated>; (b) Sevan Nişanyan, “Kalp1“, Nişanyan Sözlük, 23 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=kalp1&view=annotated>; (c) Sevan Nişanyan, “Kalp2“, Nişanyan Sözlük, 25 Haziran 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=kalp2&view=annotated>; (d) Sevan Nişanyan, “Kabala2“, Nişanyan Sözlük, 19 Haziran 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=kabala2&view=annotated>; Erişimler: 23 Temmuz 2019. (e) Sevan Nişanyan, “Logos”, Nişanyan Sözlük, 8 Ekim 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=logos&view=annotated>; (f) TDK, ags., “Logos”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Deyi”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 20 Haziran 2019.
[284] Türkçedeki gazap sözcüğü, “Arapça ġḍb kökünden gelen ġaḍab غضب “kızgınlık, öfke” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ġaḍuba غَدُبَ “kızdı, öfkelendi” fiilinin faˁal vezninde masdarıdır.” (a). Türkçedeki şehvet sözcüğü, “Arapça şhw kökünden gelen şahwa(t) شهوة “şiddetle isteme, cinsel istek, arzu” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça şahā شَهَا “şiddetle arzuladı” fiilinin faˁla(t) vezninde masdarıdır.” (b). Türkçedeki iştah sözcüğü, “Arapça şhw kökünden gelen iştihāˀ إشتهاء “arzulama, arzu” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça şahā شَهَا “şiddetle arzuladı” fiilinin iftiˁāl vezninde (VIII) masdarıdır.” (c). “İştah”: “is. 1. Yemek yeme isteği. 2. mec. Cinsel istek veya arzu.” (d). Türkçedeki arzu sözcüğü, “Farsça ārzū آرزو “istek, arzu, özellikle cinsel istek” sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Orta Farsça aynı anlama gelen āwarzōg veya āwarjōg sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Avesta (Zend) dilinde bərəj-, bərəg “istek, arzu” sözcüğü ile eş kökenlidir.” (e). “Arzu”: “is. 1. İstek, dilek. 2. Heves.” (f). Ek olarak, cinsel sözcüğünün bir görünmez varlık olarak inanılan cinden gelmediğini, üreme anlamına gelen génos’tan geldiğini görüyoruz, şöyle ki, Nişanyan Sözlük’te cinsel sözcüğü için “Türkiye Türkçesi cins sözcüğünden Yeni Türkçe +Al ekiyle türetilmiştir.”, “Ek açıklama: Arapça kökenli sözcükten, Fransızca sexuel sözcüğüne paralel olarak Yeni Türkçe +Al ekiyle yapılmış türevdir.” (g) diyor ama burada bitmeyip cins sözcüğüne yönlendiriyor, cins için ise “Arapça cns kökünden gelen cins جِنْس “tür, soy, Aristoteles mantığında bir kavram” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice aynı anlama gelen genīsā גניסא sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca aynı anlama gelen génos γένος sözcüğünden alıntıdır.”, “Ek açıklama: Nihai kökeni Yunanca olan sözcük, 9. yy’da Süryanice üzerinden Arapçaya felsefe terimi olarak alınmıştır. /g/ > /c/ evrimi Arapçada tipiktir.” (h) diyor ama burada bitmeyip bunu da gen(o)+ sözcüğüne yönlendiriyor, gen(o)+ için ise “Fransızca géno+ veya İngilizce geno+ “[bileşik adlarda] doğurma, üreme” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca génos γένος “1. üreme, 2. soy, zürriyet, aşiret” veya Latince aynı anlama gelen genus, gener- sözcüğünden alıntıdır. Latince sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *ǵenh₁- (*ǵen-) “doğurmak” biçiminden evrilmiştir.”, “Bu maddeye gönderenler: heterojen, hidrojen, cins, gen, general, jandarma, jenerik, king” vs. (i). Türkçedeki cin1 sözcüğü, “Arapça cnn kökünden gelen cinn جنّ “I. gece karanlığı, II. bir tür görünmez varlık” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça canna جَنَّ “gizledi, sakladı” fiilinden türetilmiştir. Bu sözcük İbranice ve Aramice/Süryanice gny kökünden gelen gānāh, gənā גָנָה “örtünme, gizlenme, kapanma” fiili ile eş kökenlidir. İbranice fiil İbranice gnn kökünden gelen gānan גָנָן “koruma, etrafını çitle çevirme” fiili ile eş kökenlidir.” (j). Ek olarak, Türkçedeki cennet sözcüğü, “Arapça cnn kökünden gelen canna(t) جنّة “kutsal kitaplarda adı geçen bahçe” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice gn kökünden gelen gannā veya ginnəthā גַּנָּא, גִֺנְּתָא “bahçe” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice gənā “korumak, etrafını çevirmek” fiilinden türetilmiştir. (Not: Aramice/Süryanice fiil Akatça aynı anlama gelen ganānu fiili ile eş kökenlidir.)”, “Karş. İbranice gan eden “Adn bahçesi, Tevratta anılan bir kutlu yer”, Akatça gannu “bahçe”. “Ölülerin gittiği bir bahçe” fikri Ortadoğu kültürlerine MÖ 6. yy’dan sonra İran Zerdüşt mitolojisinden aktarılmış olmalıdır. • Karş. Yeni Yunanca parádeisos “kutsal kitapta anılan cennet” < Avesta (Zend) dilinde pairi-daēza “duvar veya çitle çevrili yer, bahçe”.”. Cennet sözcüğü için → “Tarihçe (tespit edilen en eski Türkçe kaynak) [Yunus Emre, Bütün Şiirleri, 1320 yılından önce] şol cennetin ırmakları akar Allah deyü deyü”. (k). Cennet sözcüğünün Türklerde -tespit edilen en eski Türkçe kaynağının- 1320 yılına yakın bir zamanda ilk defa geçmesi bence ilginç! (a) Sevan Nişanyan, “Gazap”, Nişanyan Sözlük, 11 Haziran 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=gazap&view=annotated> Erişim: 20 Haziran 2019. (b) Sevan Nişanyan, “Şehvet”, Nişanyan Sözlük, 3 Nisan 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=şehvet&view=annotated> Erişim: 23 Temmuz 2019. (c) Sevan Nişanyan, “İştah”, Nişanyan Sözlük, 5 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=iştah&view=annotated>; (d) TDK, ags., “İştah”, Güncel Türkçe Sözlük; (e) Sevan Nişanyan, “Arzu”, Nişanyan Sözlük, 16 Nisan 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=arzu&view=annotated>; (f) TDK, ags., “Arzu”, Güncel Türkçe Sözlük; (g) Sevan Nişanyan, “Cinsel”, Nişanyan Sözlük, 5 Aralık 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=cinsel&view=annotated>; (h) Sevan Nişanyan, “Cins”, Nişanyan Sözlük, 11 Aralık 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=cins&view=annotated>; (i) Sevan Nişanyan, “gen(o)+”, Nişanyan Sözlük, 29 Eylül 2017, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=gen%28o%29%2B&lnk=1>; (j) Sevan Nişanyan, “Cin1“, Nişanyan Sözlük, 13 Ekim 2014, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=cin1&view=annotated>; (k) Sevan Nişanyan, “Cennet”, Nişanyan Sözlük, 18 Ocak 2018, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=cennet&view=annotated>; Erişimler: 27 Temmuz 2019.
[285] “Haz”: “1- Duygunun, içinde bulunduğu durum bakımından temel niteliklerinden biri; acının karşıtı olarak hoşlanma, tad alma. 2- İstek duyulan bir şeyi elde etmeden doğan hoşnutluk duygusu. 3- Bir şeyden duyusal ya da tinsel sevinç duyma.” (a). “Temaşa”: “Hoşlanarak bakma, seyretme.” (b). “Temaşa Etmek”: “Seyretmek, bakmak.” (c). (a) TDK, ags., “Haz”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 20 Haziran 2019. (b) TDK, ags., “Temaşa”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Temaşa Etmek”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 23 Temmuz 2019.
Sokrates ve Platon bir araya geldiklerinde 2 tür ölüm arasında ayrım yaptıkları görülür: 1- Gerçek ölüm olmayan tensel/bedenî/cismani ölümde kişinin bedeninin ölmesidir. 2- Gerçek ölüm ise kişinin şehvet ve öfkesini öldürmesi yani nefsini öldürmesidir. Bu -ikincisi-, çeşitli ahlaki pratiklerle, sportif etkinliklerle, müzik dinlemekle ve benzerleriyle öldürülebilir. Bu dünyada nefsini öldüren kişi, -mecazen- Güneş’in ışığından pay alır yani hakikatten pay alır. Beden, hakikatin önünde bir perdedir. Perde ortadan kalkarsa akıl, zincirlerini kırarak gerçek hakikati bulur. Platon’un “mağara metaforu”na -veya “mağara mecazı”ndaki mecaz anlatımına- göre, kişinin aklı/ruhu, arkadan gelen Güneş ışığı sayesinde bir mağaranın gölgelerine bakar vaziyette, Güneş’e sırtı dönük olarak, şehvet, öfke ve bedenle zincirlenmiştir. Nefsi yani şehvet ve öfkeyi yenen/öldüren birisi, artık yüzünü Güneş’e / asıl akılsal hakikate döndürmüş olur. Burada gölgeler, idea âleminden dünyaya yansıyanlardır/taklitlerdir. Sokrates ve Platon burada “idealizm” olgusunu vurgulamışlardır. Söyledikleri, pek çok din konularıyla uzlaştırılabilir. Anımsama teorisiyle ve mecaz anlatımlarla ruhun -öncesiz ve sonrasız- ölümsüz olduğunu kanıtlamaya çalışsalar da, dinler gibi ikna edici bir argüman/kanıt ortaya koymadıkları görülür.[286] (“Metafor”[287])
Epikuros, felsefe tarihinde materyalizmin babasıdır. “Atomcu” öğretisi meşhurdur. O, korkularımızla yüzleşmek konularına da değinmiştir. Onun öğretileri elimize ulaşmasa da, büyük ölçüde Diogenes Laërtius’un yazdığı felsefe tarihinde/notlarda ve Titus Lucretius Carus’un “Doğa Üzerine” adlı yapıtında onun düşüncelerinden söz edilir. O, dinlerin ve idealist filozofların ortaya attığı Tanrı korkusu ve ölüm korkusu kavramlarını materyalist düzlemde ele almıştır. Kendinden bir önceki filozof Demokritos’un dediği gibi ona göre de, her şey atomlardan meydana gelir. Ona göre ruh da atomlardan meydana gelir ve ölüm aslında atomların çözülmesi demektir yani onların birleşik olmayan önceki haline geri dönmesidir. Ölümle birlikte tensel ve ruhsal atomlar, nesneler dünyasına tekrardan karışır. Atomlar bu döngüyle sonsuzdur, fakat kişilik sonsuz değildir. Bu bağlamda Epikuros şunu söylemiştir: Ölüm varken ben, ben varken ölüm yok. Yine ona göre öldükten sonra benlik bilincimiz yok olacaktır. Öldükten sonra benlik, duyu, bilinç ve akıl yok olacağı için hiçbir şey yargılanamaz, hissedilemez ve bilinemez: Bu yüzden ölümden korkmak anlamsızdır. Platon’un söylemi daha çok yankı uyandırsa da, Epikür’ün düşüncesi de toplumu etkilemiştir.[286] (“Ben”, “Benlik” vd.[288])
Cicero/Çiçero, kendisinden önceki ölüm konulu tüm görüşleri bir araya getirerek yazmıştır. O, Platon’un ruhun bedenden ölümle kurtularak hakikate ulaşmasını, ölüm korkusunu yenme açısından epistemik olarak daha güçlü bulur. Öte yandan materyalistlerin -Epikürcülerin- ölümden korkmalarını, kendileriyle çelişiyor olarak görür.[286] (Çiçero / Marcus Tullius Cicero[289])
İslam dünyası Yunan felsefesiyle 8. ve 9. yy.larda karşılaşınca Timaios, Phaidon başta olmak üzere Platon’un pek çok eseri çevrilerle İslam dünyasına -Arapçaya- aktarılmıştır. İslam içinde Kindî’den başlayan bir gelenek vardır ve onun “Risâle fi’l-ḥîle li-defʿi’l-aḥzân” adlı -ilk- eserinde üzüntüleri yenmek için çareler aranır, bu Platon ve Stoa izleri taşır. Olması zorunlu şeyler karşısında yapılacak bir şey olmadığından üzülmek aptallıktır. Epiktetos’un dediği gibi, elinde olanı ve olmayanı bil ve ona göre davran. Yine Kindî’ye göre, üzüldüğünüz bir şeyi değiştirme imkânınız varsa ona üzülmek yine yanlıştır, bunun yerine onu değiştirin, der ve ekler: Ölüm zorunludur, bilinci ölümle meşgul etmek yersizdir. Ölümsüzlüğü arzulamak yanlıştır, çünkü o, Tanrı’yı arzulamaktır, oysaki biz beşeriz ve sınırlıyız.[286] (“Stoacılık”[290]) (Epiktetos[291])
___________________
[286] Hasan Aydın, “Ölüm Korkusu…”, ags.
[287] “Metafor” (mecaz): “is. ed. 1. Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz. 2. Bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma, metafor.”. TDK, ags., “Mecaz”, Güncel Türkçe Sözlük, Erişim: 20 Haziran 2019.
[288] “Ben”: “1- Bilinçli bireyin kendini başkalarından ayırmasını dile getiren sözcük. 2- Bilinç edimlerinin taşıyıcısı. (Ör. Descartes’ta düşünen varlık, düşünen töz; Hume da tasarımlar demeti.)” (a), “zm. 1. Teklik birinci kişiyi gösteren söz. 2. is. ruh b. Kişiyi öbür varlıklardan ayıran bilinç. 3. is. fel. Bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öge, ego.” (b). “Benlik”: “Bireye çevresindeki olguları bilinçli olarak ayırt etme olanağı veren ve özü yalnızca insanın toplumsal ilişkilerinden oluşan kişilik kesimi.” (c), “Bireyin ne olduğu, ne olmak istediği ve çevresince nasıl tanındığı konularındaki bilinçliliği.” (d), “is. 1. Bir kimsenin öz varlığı, kişiliği, onu kendisi yapan şey, kendilik, şahsiyet. 2. Kendi kişiliğine önem verme, kişiliğini üstün görme, kibir, gurur.” (e). “Kişilik”: “1- Bireyin, toplumsal çevresi içinde karşılaştığı ve edindiği izlenimlerle oluşturduğu davranış özelliği. 2- Bireyin ruhsal ve toplumsal tepkilerinin tümüne verilen ad. 3- Bir kimsenin kendine göre belirgin bir özelliği olması durumu.” (f), “is. 1. Bir kimseye özgü belirgin özellik, manevi ve ruhsal niteliklerinin bütünü, şahsiyet. 2. İnsanlara yakışacak durum ve davranış. 3. top. b. Bireyin toplumsal hayatı içinde edindiği alışkanlıkların ve davranışların bütünü. 4. sf. Herhangi bir kişi için, herhangi bir kişiye yetecek miktarda olan: “…iki kişilik bir masaya oturdu.” -Y. Atılgan. 5. sf. Herhangi bir sayıda kişiden oluşan: “…on altı kişilik bir kafile olduk.” -A. Gündüz.” (g), “1- Kişinin özünü kuran, kişiyi kişi yapan şey. 2- Bireyin tinsel ve ruhsal niteliklerinin, özelliklerinin toplamı.” (h), “Kişinin, işler durumdaki ruhsal, bedensel ve fizyolojik özelliklerinin kendine özgü olan az çok durağan bütünlüğü.” (i), “Bireyin toplumsal yaşamı içinde edindiği alışkanlıklarının ve davranışlarının tümü.” (j), “Bireyleri değişik kaynaklardan gelen, ayrıtsal yanlarıyla örnekçeler içinde kümeleyen kişisel özelliklerin bileşimi.” (k). “Davranış”: “1- Kişinin özellikle ahlâk bakımından gösterdiği davranım. 2- Bir kimsenin içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullar dolayısıyle geliştirdiği ve onu aynı durumdaki kimselere yaklaştıran davranımların tümüne verilen ad. 3-Bir kimse ya da bir olay karşısında alınan durum.” (l), “Dıştan gözlemlenebilecek tepkilerin toplamı.” (m), “Organizmanın uyaranlar karşısındaki tepkilerinin tümü.” (n), “Bir toplumda ya da toplumsal kümede genellikle alışkanlık durumuna gelen ve saymaca olan, görece tekbiçimli bir eylem türü.” (o), “Tutum, dürtü ve uyaranlarca güdülenen ve ortak tanımı bulunan kalıplı edim.” (r), “is. 1. Davranma işi, tutum, davranım, muamele, hareket” (p). “Ahlâk “: “1- a. Belli bir dönemde belli insan topluluklarınca benimsenmiş olan, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen törel davranış kurallarının, yasalarının, ilkelerinin toplamı. b. Çeşitli toplumlarda ve çağlarda kapsamı ve içeriği değişen ahlaksal değerler alanı. 2- Bir kişi ya da bir insan öbeğince benimsenen eyleme kurallarının toplamı. 3- Ahlâksal olan şeylerle bağlantısı olan bir görüşler dizgesi (tek kişinin, bir ulusun, bir toplumun, bir çağın). 4- Felsefenin bir dalı olarak: a. Ahlâk üzerine kavramsal öğretiler. b. İnsanların kişisel ve toplumsal yaşamdaki ahlâksal eylemlerine ilişkin sorunları inceleyen felsefe öğretileri.” (s). “Etik”: “1. Ahlak felsefesi. 2. Felsefenin ‘ödev’, ‘yükümlülük’, ‘sorumluluk’ ve ‘erdem’ gibi kavramları analiz eden, ‘doğruluk’ veya ‘yanlışlık’ ile ‘iyi’ veya ‘kötü’yle ilgili ahlaki yargıları ele alan, ‘ahlaki eylem’in doğasını soruşturan ve iyi bir yaşamın nasıl olması gerektiğini açıklamaya çalışan dalı.” (t). (a) TDK, ags., “Ben”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Ben”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Benlik”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Benlik”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Benlik”, Güncel Türkçe Sözlük; (f) TDK, ags., “Kişilik”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Kişilik”, Güncel Türkçe Sözlük; (h) TDK, ags., “Kişilik”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Kişilik”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (j) TDK, ags., “Kişilik”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (k) TDK, ags., “Kişilik”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (l) TDK, ags., “Davranış”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (m) TDK, ags., “Davranış”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (n) TDK, ags., “Davranış”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (o) TDK, ags., “Davranış”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (r) TDK, ags., “Davranış”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (p) TDK, ags., “Davranış”, Güncel Türkçe Sözlük; (s) TDK, ags., “Ahlâk”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (t) TDK, ags., “Etik”, BSTS – Veteriner Hekimlik Tarihi ve Deontoloji Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 20 Haziran 2019.
[289] Marcus Tullius Cicero (Çiçero): MÖ 106-43, Roma Cum., günümüz İtalya, Romalı/Roman. Filozof, devlet adamı, siyasetçi , avukat , hatip , siyaset kuramcısı. Wikipedia Contributes, “Cicero”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Cicero> Erişim: 7 Eylül 2015.
[290] “Stoacılık”: “Usun egemenliğini, doğaya uygun yaşamayı, ruhun -> sarsılmazlığını -> duyumsamazlığı ve dünya yurttaşlığı ülküsünü erek olarak koyan, Kıbrıslı Zenon’un (İ.Ö. 4. yüzyıl) kurduğu felsefe okulu. Zenon, okulunu Atina’da stoa Poikile’de (= resimlerle süslü, direkli bir galeri) açtığından (stoa, Yunancada direkli galeri demektir), okul bu adı almıştır.” (a), “is. fel. Aklın egemenliğini, doğaya uygun yaşamayı, ruhun duyumsamazlığı ve dünya yurttaşlığı ülküsünü amaç edinen Kıbrıslı Zenon’un kurduğu, öğretiye ilişkin derslerin stoa denilen direkli galeride verildiği öğreti, revakiye.” (b). (a) TDK, ags., “Stoacılık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Stoacılık”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 20 Haziran 2019.
[291] Epiktetos: -tahmini- MS 55’de Hierapolis/Pamukkale/Denizli’de doğdu, MS 135’de Yunanistan’da öldü, Yunan/Grek. Stoacı filozof. Panteist. (a). Stoacılık: Helenistik dönemde geçer. Mantık, Panteizm, İdealizm vb. savunulur. (b). (a) Wikipedia Contributes, “Epictetus”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Epictetus>; (b) Wikipedia Contributes, “Stoicism”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/Stoicism>; Erişimler: 7 Eylül 2015.
İslam dünyasında Cicero’ya yakın olan, naturalist, Tanrı’ya inanıp doğayı ön plana çıkaran ama dinleri reddeden ve ünlü bir tabip olan Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî, “eṭ-Ṭıbbü’r-rûḥânî” adlı eserinde ölüm korkusunu irdelemiştir. O, Cicero gibi, söz konusu -Platon ve Epikürcü- 2 ölüm öğretisini ele alıp ikisinin başarılarını gösterir. Cicero ve Z. Razi şunlarda hemfikirdir. Ölüm korkusu patolojik bir durumdur. Hortlak, cennet, cehennem gibi anlatılan şeyler, insanlarda ölümün normalden -kötü- farklı bir şey gibi algılanmasına yol açar. Bu gibi -kötü- şeyler anlatılmasa insan ölümden korkmazdı. Ölümden korkmanın sebepleri, kötülük olarak görünmesi ve yoksulluk olarak düşünülmesidir, yoksulluk, yaşamın sunduğu nimetlerden yoksun kalmaktır. Oysaki ölüm bunların tersine yaşamdan daha üstündür. Onlar, ölümden sonra acı, haz, iyilik, kötülük gibi dünyevi şeylerin yok olacağını savunarak, ölümün yaşamdan daha üstün olduğunu savunur. Eğer gözleriniz kör ise görmeyi ister ve onu arzularsınız, fakat gözleriniz kör değil ise onu ne ister ne de arzularsınız ya da var olmayan bir şey ne arzulanır ne de ondan haz alınır örneklerindeki mantalite gibi, ölü olan birisi de dünyevi olgulardan ve duygulardan tamamen uzaklaşır görüşü söz konusudur. Bir şeye ihtiyaç duymayan, ihtiyaç duyandan daha üstündür. Ölüm zorunludur ve hayvanların ölümü düşünmemesi gibi insanların da ölüme aldırmamaları gerekir. Uyku ölümün ikizidir, insan uykuda bir şey hissetmez, ölümde hissedemeyeceği gibi. Ölüm sonrası için anlatılan “efsaneler” yalandır, eğer amaç hakikate ermekse ölüm bizi yaşamın kötülüklerinden ve sahte hazlardan çekip alır, -mecazen- iyiliklerden çekip almaz. Cicero ve Z. Razi, birinci argüman olarak üstte anlatılanları savunur: Bu argümanda onlar -iyi bir şekilde anlamlandırdıkları- materyalizmin yanındadırlar. İkinci argümanlarında ise -Sokrates ve Platoncu tarzda- idealizmin yanında yer alarak şunları söylerler. Gerçek mutluluk nefsin arzularından kurtulmaktır. Dünyevi hazlar sahtedir, ruhu olgunlaştırmak için onlardan kurtulmak gerekir. Acıya neden olan şehvet, öfke, imrenme, istek vb.den kurtulunmalıdır. Yaşamı bize sunan, onu canı istediği zaman alır, önemli olan yaşamdayken onurlu ve iyi şeyler yapmaktır. Ruhun bedenden ölümle ayrılması en yüksek mutluluktur. Dünyevi hazzı, onun gerçek yapısını bilmeyenler arzular. O haz, bir acıdan kurtulduktan sonra ortaya çıkar, kendi başına istenilmez. Gölgeli bir yerden güneşe çıkıp, güneşin sıcaklığından rahatsız olan bir insan tekrar gölge yere geri döner: O kişi başlangıçtaki gölgeli yerde haz ya da acı hissetmez -nötrdür- ancak gölge yere dönünce haz duymaya başlar. Bu bağlamda haz da acı da gelip geçicidir. İnsanın ruhu bedende yaşarken nasılsa, ölümden sonraki durumu da buna bağlı olacaktır, dolayısıyla yaratılışımızın amacının, yaşamın en büyük değerinin, gelip geçici olan bedensel hazlardan yararlanmak değil, tabii ve nefsani arzuları terk edip aklın arzularına, bilim ve adalete yönelmekten geçmektedir. Etik değerlere uygun yaşayan ve bilgi peşinde koşan bir insan idealist ise bu gelip geçiciliği anlar ve gerçek haza kavuşacağından ölümden korkmaz. İnsanın ölümüyle bedendeki hapis ruhu, tanrısal âleme doğru giderek kurtulur. İnsan bu dünyada mutsuzdur ancak gelip geçiciliğin farkına varanlar hakiki mutluluktan pay alabilirler: Bu kendini ölüme hazırlamaktır, ruhu olgunlaştırmaktır, yaşarken ölmektir. Ruh bedendeyken onu bilgi ve erdemle geliştirmeliyiz, zira dünyevi yaşantımız nasılsa ölüm sonrası yaşantımız da bununla bağlantılı olarak iyi veya kötü olur. Yaşamımızın amacı -bilge olmak- bilgi sahibi olmak, ahlaki bir yaşam sürmek ve adaleti uygulamaktır: Ruh ancak bunlarla sonsuz mutluluğa hazırlanabilir. Bu görüşler, Cicero ve Z. Razi’nin ölüm konusunda ikinci argüman olarak idealist tarzdaki ortak düşünceleridir. Sonuçta ikisini özetlemek gerekirse şunlar söylenir. Materyalist veya idealist düşüncedekilerin ölümden korkması kendileriyle çelişmek olur. İkisi; Sokrates, Platon ve Epikür’den etkilenerek, ölüm konusu hakkında farklı çözümlemelerle -akıl yürütmüş- diyalektik yapmışlardır.[292] (Mantalite[293]) (Argüman[294])
___________________
[292] Hasan Aydın, “Ölüm Korkusu…”, ags.
[293] Mantalite’yi 165.1 nolu dipnotta -gecikmeli olsa da- bağlantıdan dolayı açıklamışsam da burada tekrarlamak istedim. Türkçedeki mantalite sözcüğü, “Fransızca mentalité “düşünce tarzı” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince mentalis “akla ilişkin” sözcüğünden +itas ekiyle türetilmiştir. Bu sözcük Latince mens, ment- “akıl, zihin, düşünce yeteneği” sözcüğünden +al° ekiyle türetilmiştir. Latince sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *mn̥-ti- biçiminden evrilmiştir. Bu biçim Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *men-1 “düşünmek” kökünden türetilmiştir.”. Ek açıklama: “Aynı kökten İngilizce mind, māna- “akıl, düşünce”, Eski Yunanca mnēsis “anma, hafıza”, Eski Yunanca mátos “düşünce, irade”. Ayrıca Latince monere “akıl vermek”, Sanskritçe mantra “öğüt, düşünce”, Avesta (Zend) dilinde mazda “bilge”, Eski Yunanca mántis “kâhin”, mániā “delilik”.”. Sevan Nişanyan, “Mantalite”, Nişanyan Sözlük, 5 Aralık 2015, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=mantalite&view=annotated> Erişim: 21 Haziran 2019.
[294] Türkçedeki argüman sözcüğü, “Fransızca argument “tez, ifade, tartışma” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince argumentum sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Latince arguere “açıklamak, kanıtlamak, ifşa etmek” fiilinden +ment° ekiyle türetilmiştir.”. Sevan Nişanyan, “Argüman”, Nişanyan Sözlük, 18 Temmuz 2013, <https://www.nisanyansozluk.com/?k=argüman&view=annotated> Erişim: 21 Haziran 2019.