Epistemoloji, bilgi kuramıdır ve onun felsefede köklü tartışmaları vardır. O; bilgi nedir, kaynakları nelerdir, insan doğru bilgiyi / gerçekliğin bilgisini elde edebilir mi ve bu nasıl olur, doğru ve yanlış bilgi nedir, var mıdır, akıl ve duyular dışında değişik bilgi kaynakları var mıdır gibi olguları araştırır.
Sokrates öncesi filozoflar -Heraklitos ve Parmenides- bunu tartışmışlardır. Sonrasında Platon “idealar kuramı”yla bunu ele almıştır. Aristoteles, mantığı ele alıp, psikolojik olarak duyuların ve aklın işlevlerine değinmiştir. Platon’un ve Aristo’nun görüşlerinin birleştirilmeye çalışıldığı Helenistik dönemde ve bunların yeniden yorumlanmaya çalışıldığı Yeni Eflatunculuk/Platonculuk öğretisinde bunun daha çok ahlaki ve mistik alana kaydığı görülür.
İslami kültürde “bilgi” üzerine ilk tartışmalar 8. yy.da başlamıştır. Ayrıca -kapsamlı olmasa da- Kur’an ve hadislerde, bilgi nedir, varlığı ve kaynakları nedir gibi ön düşünceler bulunmaktadır. İslam’da epistemolojiyi / bilgi sorununu ilk felsefi olarak tartışanlar kelam ekolündeki Mu‘tezile düşünürleridir. Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ve Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, kitaplarında bunu -bilgi teorisini- tartışmıştır. Gazzâlî de bunlara eklenir. Gazzâlî ile birlikte kelam geleneği tasavvuf ve İslam felsefesi ile karşılaşmıştır ve devamında gelenekçi kelam geleneğine ek olarak yeni bir İslam Kelam Felsefesi akımı oluşmuştur. Felsefe epistemolojisi, kelam epistemolojisi ve tasavvuf epistemolojisi iç içe geçip Osmanlı’da etkili olmuştur.[178] (Ebû Mansûr el-Mâtürîdî[179])
İslam kültüründe bir de Kindî ile başlayan bir -ilk felsefe- süreci vardır. Bu süreçte Aristo’nun mantık eserleri farklı olarak yorumlanmıştır ve bir mantık külliyatı oluşmuştur. Buna Fârâbî de dâhildir. Aristo’nun “psikoloji içerisinde bilginin oluşumu” kavramı da özellikle Yeni Eflatunculuk geleneğinden beslenerek İslam içinde yerini almıştır.
İslam kültüründe bir de tasavvuf ekolünün epistemolojik yaklaşımı vardır. Bu, Hallâc ile başlar, Arabî’ye kadar gider. Fıkıh ekolde Sünnilik içerisinde ise kitap, sünnet, icma ve kıyas; epistemoloji olgusunun merkezine alınır. -Kelam, fıkıh akımından öncedir.-
İslam’ın kuzeye -Helenistik toplumlara- yayılmasıyla “kelam geleneği” oluşmuştur. Kelam diyalektiktir: İslam’ın inanç esaslarını sistemleştirmek ve rasyonel / akla uygun bir temele dayandırmak ister. Kelamcılar olan Maturidi ve Eş‘ari mezhepleri epistemolojiye yer verirler. Not, Batı felsefesinde epistemolojinin öncü konuma gelmesi Descartes ile olur. İlk ve Orta Çağ’da felsefenin ilgisi ontoloji / varlık bilimi ve metafiziktir. İslam dünyasında epistemolojinin üzerinde durulmasının kaynakları/kökenleri İslam’dan önceki akımlar mı yoksa kendilerinin ürettikleri mi, burası tam belli değildir. İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasının bu belirsizlikte rolü vardır.[178] (René Descartes[180.1]) (“İlk Çağ” ve “Orta Çağ”[180.2])
___________________
[178] Hasan Aydın, “İslam Geleneğinde Bilgi Kuramı”, Viacademia, 13 Eylül 2014, <https://youtu.be/L-EkEJduZ1E> Erişim: 4-10 Haziran 2015.
[179] Ebû Mansûr el-Mâtürîdî: MS ~853-944, Özbekistan, Türk (a). “Mâtürîdiyye mezhebinin kurucusu, müfessir ve fakih.” (b). Mâtürîdiyye/Maturidilik: “Ebû Hanîfe (ö. 150/767) ve Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin (ö. 333/944) görüşleri etrafında oluşan kelâm mektebi.”, “Dinde sadece nakille yetinen Selefiyye ile nakli ihmal edip aklı öne çıkaran Mu‘tezile’nin din anlayışları isabetli bulunmadığından Mâtürîdî nakille aklı uzlaştırma yöntemini uygulayıp geliştirmiştir.” (c). (a) Ali Karataş, “Mâtürîdî’nin Te’vîlâtü’l-kur’ân’ında Kur’ân’ı Kur’ân’la Tefsir”, T.C. Ankara Ü., Doktora Tezi, 2010, <https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/giris.jsp> s. VIII, 1, 2 (288334 numaralı tezi, bağlantıdan ilgili sözler üzerine arayınız ve tez no.ya tıklayıp indiriniz); (b) Şükrü Özen, “MÂTÜRÎDΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/28/C28023398.pdf> Cilt: 28, s. 146; (c) Yusuf Şevki Yavuz, “MÂTÜRÎDİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2003, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/28/C28009116.pdf> Cilt: 28, s. 165; Erişimler: 1 Eylül 2015.
[180.1] René Descartes: MS 1596’da Fransa’da doğdu, 1650’de İsveç’de öldü, Fransız. filozof, matematikçi, bilim adamı. Katolik Hristiyan olduğunu kendisi söylemiştir. Ama deist ve ateist tarzda fikirleri de mevcuttur. Öyle ki Katolik kilisesi 1663 yılında onun kitaplarını yasaklatmıştır (a). Rasyonalist, dualist, septik/şüpheci. Madde yer kaplar, ruh düşünür. Ruh olmazsa madde anlanamaz. Ruhtaki herhangi bir etki bedeni etkiler. Şüphe yoluyla Tanrı’nın varlığına ulaşır ve ona inanır. Mükemmellik kavramı zihinde var ise, ben ve evren mükemmel değil ise, o zaman Tanrı vardır, der (b). Deizm: “Tanrı’nın varlığını ve âlemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlikte akla dayalı bir tabii din anlayışı çerçevesinde nübüvveti şüphe ile karşılayan veya inkâr eden felsefî ekolün adı.” (c), “Tanrı’yı yalnızca ilk sebep olarak kabul eden, evreni bir Tanrı’nın yarattığına inanmakla beraber yaratıcının evrene hiçbir müdahalesi olmadığını ve olmayacağını savunan, vahyi reddeden görüş.” (d), “(Lat. deus = Tanrı) Tanrı’ya inanmakla birlikte, belli bir dinin dogmalarını ve ilkelerini benimsemeyen; Tanrı’nın evreni yarattıktan sonra onu, kendi yasasına göre işlemek üzere kendi başına bıraktığını öne süren öğreti. Yaradancılık XVI. yüzyılda Tanrıtanımazlığın karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. Sonradan, Aydınlanma döneminde kilise öğretisini eleştirerek us dinini savunanların öğretisi olmuştur. Belli başlı savunucuları: Jean Bodin, Herbert of Cherbury, John Toland, Shaftesbury, Voltaire, J. J. Rousseau.” (deizm’le yaradancılık eş anlamlıdır) (e). “Dualizm” (ikicilik): “Birbirinden ayrı, birbirinden bağımsız, birbirine geri götürülemeyen, birbirinin yanında ya da karşısında bulunan iki ilkenin varlığını kabul eden görüş. Şu türleri vardır: 1- (Dinsel görüşte) İki Tanrı’nın (biri iyi, biri kötü) var olduğunu öne süren anlayış (Mani dini). 2- (Tanrıbilimde) İnanç ve bilgi, yaratan ve yaratılan karşıtlığını savunan görüş. 3- (Fizikötesinde) Varlık ve oluşun, idea ve görüngünün, beden ve ruhun, ben ve ben-olmayanın, bilinç ve cisimler dünyasının birbirine karşıt ilkeler olarak varolduğuna inanan görüş. 4- (Ahlâk felsefesinde) Usu ve duyarlığı, ödev ve eğilimi birbirine karşıt ilkeler olarak benimseyen görüş.” Karşıtı tekçilik’tir (f). “Görüngü” (fenomen): “1- (Genellikle) Duyularla algılanabilen her şey. ‘Kendinde şey’in (Ding an sich, chose en soi, thing-in-itself) bağlılaşık kavramı. Görüngü, hem gerçek varlıktan, hem de salt görüntüden ayırt edilir. 2- (Fizik ötesinde) Kendinde var olan salt bir gerçekliği ortaya koyan. Örneğin Platon için duyulur dünya (görüngüler dünyası) duyulur üstü olan idealar dünyasının (Platon’a göre gerçek dünya), yani usla bilinen düşünülür dünyanın (noumenon’lar dünyasının) görüngüsüdür. Leibniz için de uzay içindeki cisimler dünyası duyulur üstü olan tinsel monad dünyasının ‘iyi temellendirilmiş bir görüngüsü’dür. 3- (Kant’ta) ‘Olabilir deneyin konusu’ olan her şey görüngüdür. Duyularla bağlı insan usu yalnızca görüngüleri (phainomenon) bilebilir, onların arkasındaki kendinde şeyleri (noumenon) bilemez. 4- (Fichte’de) Görüngü, benlin etkinliğinin ürünüdür. 5- (Görüngübilimde) Yalnızca düşünülen, dolaylı olarak bilinen içeriklere karşıt olarak, doğrudan doğruya görülenen, yaşanmış olan içerikler. Bu anlamda, bir gerçek varolan (ör. kendi iç edimlerimiz) ya da özü bakımından kavranmış bir nesne de (ör. üçgen) görüngü olabilir.” (g). “Numen”: “is. fel. …görüngü karşıtı.” (h). “Bağlılaşık”: “Biri ötekine bağlı olarak var olan, biri olmadan öteki düşünülemeyen iki şeyin, bu ilişki yönünden durumu. (Ör. Neden-etki, alıcı-satıcı, araç-erek, sıcak-soğuk, yüksek-alçak vb.)” (i). (a) Wikipedia Contributes, “René Descartes”, Wikipedia, The Free Encyclopedia, <https://en.wikipedia.org/wiki/René_Descartes>; (b) M. Rıdvan Güneş, ags., s. 4, 5, 9; Erişimler: 2 Eylül 2015. (c) Hüsameddin Erdem, “DEİZM”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1994, <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/9/C09003334.pdf> Cilt: 9, s. 109; (d) TDK, ags., “Deizm”, Güncel Türkçe Sözlük; (e) TDK, ags., “Yaradancılık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “İkicilik”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (g) TDK, ags., “Görüngü”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (h) TDK, ags., “Numen”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Bağlılaşık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 12 Haziran 2019.
[180.2] “İlkçağ Tarihi”: “Yazılı belgelerin bulunduğu en eski zamanlardan, genellikle Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüne (476) değin geçen zamanları konu edinen bilim.” (a). “Ortaçağ”: “İlkçağ ile 1453 ya da 1492’de başladığı varsayılan yeniçağ arasında kalan zaman kesimi.” (b). (a) TDK, ags., “İlkçağ Tarihi”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Ortaçağ”, BSTS – Tarih Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 13 Haziran 2019.
Kelamcılar, bilgi mümkün müdür, diyerek Mu‘tezile-Maturidi-Eş‘ari ekolleri şunu der: Bir hakikat olan dış dünyanın nesnel bilgisi insanlarca elde edilebilir. Bunu söylerken “bilginin imkânını/mümkünlüğünü reddeden” agnostik, nihilist ve/veya şüpheci olan Eski Yunan sofistlerine gönderme yapar. Bir Eş‘ari kelamcısı Bağdadi’ye göre, bilgi yoktur diyeni dövmek ve malını elinden almak gerekir, dayağın acısından şikâyet edip mallarını geri isterlerse, malın bir gerçekliği yoksa bu sıkıntı da nedir, acı varsa siz de varsınız mal da, demektedir. Arapçada “hakikat” kelimesinin 3 anlamı vardır: Tanrı, nesnel gerçeklik ve doğruluk. Bağdadi safsata yöntemiyle kurnazca sofistlere şöyle sorar, hakikatin yokluğunun bir hakikati var mı, bu soruya evet desen de hayır desen de hakikati kabul etmiş olursun. Yine, hakikatin veya bilginin yokluğunu biliyor musunuz, sorusuna verilecek bir evet cevabında ise bilginin/hakikatin yokluğunu bilmek de bir bilgidir/hakikattir olarak bir çelişkiye düşülmüş olunacağını kurnazca savunur.
Kelamda bilgi, bir şeyi olduğu gibi bilmektir. Mu‘tezile düşünürleri, bilgi, bir şeye olduğu gibi inançtır, derken bilgi ile inancı sallaştırır. Maturidi ve Eş‘ari ise buna ters olarak, tanrı bilgi değildir, deyip, bir şeyi olduğu gibi bilmektedir, der.
Aristo “üçüncü halin imkânsızlığı” ilkesi gereğince bilgiyi ikiye ayırır: hadis ve kadim bilgi. Hadis/yaratılmış bilgi, beşeri/insani bilgidir: Kadim ise Tanrı’nın bilgisidir. Kelam, bu Tanrı bilgisine; her şeyi Allah bilir, bu, tümel -tek- bilgidir, akıl yürütme ile olmaz, “üst” bir bütündür, der: Beşeri bilgiyi ise zaruri bilgi ve kesbî bilgi olarak ikiye ayırır. Zaruri bilgi, istemsiz olarak insanda doğrudan ortaya çıkan bilgidir. Bunlar 5 duyuyla elde edilen bilgilerdir, bu bilgiyi insan engelleyemez; 6. duyu da “vicdan” olarak buna eklenmiştir, bu iç duyu olarak varlık bilinci, üşüme, acıkmış olmanın farkına varma gibi kavramları içerir. Özdeşlik, mantık, matematik ilkeleri de dâhil, bir şey hem var hem yok olmaz kavramları da bu bilgi kapsamına girer. Gazzâlî, İbn Sînâ’dan da etkilenerek zaruri bilgi için, insanın bilgileri algılayabilmesi için Tanrı insana bunu eklemiştir, derken o, Platon’un önceyi “anımsama” kuramıyla bağdaşır. Gazzâlî’ye göre 1+1=2’dir, 3 değildir, bunun gibi mantık dışı şeyler yoktur, akla uygun mantıklı şeyler ise vardır. Bu evveliyattır ve bunu Tanrı insan zihnine önceden yerleştirmiştir. Bu, -tuz beyazdır gibi- 5 dış duyuyla elde edilen bilgilerdir. Korku, sevinç gibi duyular da iç duyulardır. Akıl bu bilgilere, duyu ve tekrarlardan sonra orada oluşan gizli bir kıyas yoluyla ulaşır. Tevatür haber de zaruri bilgi içinde yer alır, o, toplum tarafından geleceğe aktarılan -doğru- bilgilerdir, örneğin Hz. Muhammed peygamberdir, Kur’an ona inmiştir gibi. Yine Gazzâlî’ye göre dördün yarısı ikidir, bu açık seçik -doğrudan- bir bilgi değildir, bunu bilmek için 1+1’in 2 ettiğini de bilmek gerekir, ara bilgiler bizi bilgiye götürür, her ara bilgiyi de başka bir ara bilgi oluşturur, der ve ekler: Her nesne/madde aracılı olarak bilinir.[181] (Not[182]) (“Zaruri”, “Kesbî”, “Evveliyat”, “Tevatür”[183])
___________________
[181] Hasan Aydın, “İslam Geleneğinde…”, ags.
[182] Ve benim de burada aklıma bir soru gelerek görüşüme göre: Bu bizi şu soruya götürür: Eğer bir insan önceden hiçbir şey görmezse ve o insan bir anda oluşup sadece bir bardak görse, o bardağı görebilir mi?
[183] “Zaruri”: “1. Zorunlu. 2. Gerekli” (a). “Kesbî”: “sf. (kesbi:) esk. Sonradan elde edinilmiş, sonradan kazanılmış.” (b). “Evveliyat”: “ç. is. Bir işin önceki evreleri, öncesi, önceleri.” (c). Evveliyyât: “Zihnin, doğrulamak için hiçbir vasıtaya başvurmadan kendiliğinden kabul ettiği önermeler için kullanılan mantık terimi.” (d). “Tevatür”: “is. esk. 1. Bir haberin ağızdan ağıza yayılması, yaygın söylenti.” (e). Mütevâtir veya tevâtür haber, kanıtlanabilecek herhangi bir delili olmayan haberdir (f). (a) TDK, ags., “Zaruri”, Güncel Türkçe Sözlük; (b) TDK, ags., “Kesbî”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 13 Haziran 2019. (c) TDK, ags., “Evveliyat”, Güncel Türkçe Sözlük; (d) Mustafa Çağrıcı, “ZARÛRİYYÂT”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2013, <https://islamansiklopedisi.org.tr/evveliyyat> <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/44/C44014234.pdf> Cilt: 44, s. 146; (e) TDK, ags., “Tevatür”, Güncel Türkçe Sözlük; (f) H. Yunus Apaydın, “MÜTEVÂTİR”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), TDV İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 2006, <https://islamansiklopedisi.org.tr/tevatur> <https://cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/32/C32010493.pdf> Cilt: 32, s. 208; Erişimler: 16 Temmuz 2019.
Kesbî bilgi ise bir eylemin yaratıcı, bir de kesb/kazanım boyutu vardır. O, kazanılmış bilgidir, zarurinin aksine iradeli/istemli olarak ortaya çıksa da o da sonuçta yaratıcı eşliğinde oluşmuştur. Bu bilgiler, her tür kıyasla/çıkarımla/analojiyle / akıl yürütmeyle elde ettiklerimizdir. Burada, görünürden görünmez yorumlanarak dini bilgiler incelenir. Zaruri ve kesbî bilgiler kazanılmış bilgilerdir.[184] (“Analoji”[185])
Felsefenin etkisiyle Aristo yolunda yürüyen Fârâbî ve İbn Sînâ’dan etkilenen Gazzâlî, kazanılmış bilgiyi sistemleştirmiştir. O, kıyasla ve tümevarımla gerçek bilgiye ulaşmayı ele almıştır.[184] (“Tümevarım”, “Tümdengelim” vd.[186])
Kelam geleneği Hint ve Yunan atomculuğundan yola çıkarak şunu geliştirmiştir: “töz gelenek metafiziği”. Burada nedensellik/determinizm reddedilir ve Tanrı “her şeyi” her an, anlık olarak yaratır inancı vardır. Maturidi ve Eş‘ari bunu kabul etse de Mu‘tezile akıl yürütme ile determinik bir çıkarıma inanır. Kelama göre duyum ile idrak arasında fark vardır, bir şeyi görürüz ama onu algılayamayabiliriz, bir şeyi görebilmek için onun “var” olması yeterlidir; maddenin, ışığın ve gözün olmadığı bir yerde bir şey idrak edilebilir, o şey cisimsel olmayan Allah’tır ve onu idrak edip görebiliriz. Bu idrak mistiktir ve Mu‘tezile buna karşı çıkar. Kelamcının, Tanrı, insanda, maddi ve duyusal koşullara gerek duymadan idrak yaratabilir görüşü tasavvufta vehbi bilgiyi doğurur: Yine kelamcının “sürekli yaratma teorisi” de tasavvufta “sürekli tanrısal tecelli”yi doğurur. Kelamcı, Tanrı, peygamberin bilincinde onun peygamber olduğunu yaratır, der. Kelamcı, eski Arap geleneğindeki gibi “rivayet”leri doğru olarak kabul eder. Ona göre; göreceli, öznel ve şüphe olguları yoktur çünkü bu evren Tanrı’nın varlığının kanıtıdır: İdrak, maddi koşullardan tamamen bağımsızdır: Akıl ve duyularda ortaya çıkan bilgiyi anlık Tanrı yaratır.[184] (“Töz”[187]) (“Metafizik” vd.[188]) (“Determinizm” vd.[189]) (“Duyum”, “İdrak” vd.[190]) (“Vehbi”[191])
İslam filozoflarına göre bilgi, nesnenin suretinin insan zihninde oluşmasıdır. Nesne duyularla soyutlaşır ve işlenerek akla gider, böylelikle “bilgi” oluşmuş olur. Bu, Aristo ve Yeni Eflatunculuk görüşünün İslam’da yansımasıdır. Dış duyularla algılanan/gelen, iç duyularla soyutlaşan bilgi hâlâ bir maddi ilintilerle / insan vücuduyla ilişkilidir, öyle ki tümel/gerçek/öz bilgi tamamen soyut olmalıdır. Peki, bu bilgi nasıl oluşur? Aristo’ya göre onu oluşturan “etkin akıl”dır: İnsanda edilgin ve etkin akıl vardır: Etkin akıl insana ait bir yetidir. Yeni Eflatunculara göre ise o, Tanrı’dır. İslam filozoflarında -Kindî, Fârâbî, Sînâ’da- ise bu etkin akıl, Cebrail’dir. Özetle, insanın aklı edilgindir, insan bilgiyi dış duyularla -görme, dokunma gibi 5 dış duyuyla- kazanır, iç duyularla -ortak duyu, hayal gücü, kuruntu, hafıza ve hayalleme gücüyle- bunu soyutlaştırır fakat burada bilgi hâlâ maddeyle ilintilidir, tümeli elde edememiştir. Hayal gücü, somutla soyut arasında bir köprü gibidir. Fârâbî ve Sînâ’ya göre etkin akıl kişinin düşünme gücünü aydınlatırsa bilimsel felsefi bilgi türer, etkin akıl kişinin hayal gücünü aydınlatırsa peygamberlik kurumu ortaya çıkar. Dinin ortaya koyduğu bilgi, hayal gücüsel yani insanların anlayacağı türden simgesel ve semboliktir. Bunda toplumun kültürü ve bilinç düzeyinin etkisi vardır. Etkin akıl insan zihnini aydınlatmadığı sürece o hakikati göremez. Tasavvufta ise insan dünyadan el etek çekerse Tanrı onu hakikate kavuşturur inancı vardır: Zihni bütün unsurlardan temizlerseniz, sizde Tanrısal -vehbi- bilgi oluşur.[184] (“Edilgin” ve “Etkin”[192]) (Not[193])
Sonuç olarak kelamcı bilgiyi akla uygun açıklamaya çalışsa da her an yaratma ile bunu zedeler. İslam filozofları bilginin temeline insanın dışındaki etkin aklı yerleştirip mistik alana kaymış olurlar. Mutasavvıflar ise dünyadan el etek çekerek hakikate ulaşmaya çalışır. İslam geleneğinde bilgi kuramı, Tanrı tarafından insana sunulmuş metafiziksel mistik/gizemli bir hal alır.[184]
___________________
[184] Hasan Aydın, “İslam Geleneğinde…”, ags.
[185] “Analoji” (benzeşim): “1- (Eukleides’te) İki ya da daha çok çift terimleri ikişer ikişer birleştiren ilişkinin özdeşliği; özellikle: matematik oranlar. 2- (Aynı anlamda, ama somut olarak) Aralarında aynı bağıntı bulunan terimler dizgesi. 3- İki oranın benzerliği, eşitliği. 4- Birbirine benzeşen organların ilişkisi. (Ör. insanda kolun kuşun kanadına benzer oluşu.) 5- Genel görünüşünde birbirine benzemeyen ve aynı kavram altına konamayan şeyler arasında az ya da çok uzaktan benzerlik. Birçok belirtilerde uygunluk. 6- Benzerliği bilgi ilkesi ve kaynağı olarak kullanma. (Ör. Benzerliklere dayanarak çıkarım yapma.)”. TDK, ags., “Benzeşim”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 12 Haziran 2019.
[186] “Tümevarım”: “Tekil olandan, özel olandan genel olana giden, tek tek olgulardan genel önermelere varan yöntem; burada ve şimdi gözlenilmiş olanlardan belli bir türün bütün durumları için geçerli olan yasaya gider. Tam olan tümevarım (Lat. inductio compléta)’da olanaklı olan bütün durumlar araştırılmıştır, bundan dolayı mantıkça zorlayıcı bir niteliği vardır; tam olmayan, bundan böyle olasılı olan tümevarımdan (Lat. inductio incompleta) tam olanı ayırmak gerekir.” (a): Karşıtı tümdengelim: “Tümdengelim”: “1- Varılan sonucun zorunlu ve kesin olarak geçerli olduğu (kesin sonuca vardıran) mantıksal işlem. Bu çıkarım biçiminde öncüller doğru ise sonuç önermesi de zorunlu olarak doğrudur. 2- Tümel olandan tikelin, genel olandan özelin çıkarılması. Tümel bir önerme aracılığı ile somut bir olayın bilgisine ulaşma. Tümdengelimin mantıksal biçimi: tasım (syllogismus) ve tasıma dayanan kanıttır. 3- Tümdengelimli yöntemle eşanlamlı. 4- Tümdengelimli yolla birbirine bağlı önermeler topluluğu. Deneyüstü tümdengelim (transsendental deduktion): Kant’ın kullandığı deyim. Önsel kavramların duyu dünyasındaki nesnelere nasıl uygulanabileceğini nesnelerle nasıl ilişkisi olabileceğini açıklama biçimi.” (b). “Tasım”: “İki öncüllü çıkarım (dolaylı çıkarım): Ortak bir orta terimle birbirine bağlanabilen iki önermeden (iki önermede ortak bir terimin bulunması ile) yapılan çıkarım. Verilmiş iki önermeden, bu önermelerin içerdiğini içinde bulunduran bir üçüncü önermeyi çıkarma işlemi. kendilerinden çıkarım yapılan önermelere öncüller (praemissa), bunlardan çıkarılan önermeye (conclusio) denir.” (c), “Örn. ‘Bütün kediler memelidir, bütün memeliler omurgalıdır, öyleyse bütün kediler omurgalıdır.’” (d). (a) TDK, ags., “Tümevarım”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Tümdengelim”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (c) TDK, ags., “Tasım”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Tasım”, BSTS – Mantık Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 12 Haziran 2019.
[187] “Töz”: “(Yun. hypostasis, hypokeimenon = altta bulunan): (Yunanca’da ousia = öz de aynı anlamda kullanılır.) Değişen durumlar ve niteliklere karşı kalıcı olan; bir başka şeyle ya da bir başka şeyde değil, kendi kendisiyle, kendikendisinde var olan. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan. Spinoza’nın tanımı ile ‘Varoluşu için başka bir şeye gereksinme duymayan şey.’ … Modern doğa bilimleri için töz, görüngülerin taşıyıcısı anlamında biçimsel bir kavramdan başka bir şey değildir.”. TDK, ags., “Töz”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü, Erişim: 12 Haziran 2019.
[188] “Metafizik” (fizikötesi): “Varlığın son temelleri, özü ve anlamı üzerine öğretiler. Aristoteles’in ilk felsefe (prote Philosophia), adını verdiği ‘bütün var olanlar için ortak ilkeleri’ araştıran yapıtı, sonradan Aristoteles’in yapıtları bir araya toplanırken ‘Fizik’ (Physika)’ten sonraya konduğu için ‘fizikten sonra’, ‘fizikten öte’ anlamına gelen fizikötesi (Meta ta physika) adını almıştır. İlkin Yeni Platoncular, rastlantıyla verilen bu adın, içerik bakımından doğayı aşan anlamına işaret etmişlerdir. Fizikötesi türlü biçimlerde ortaya çıkar: a. Var olanların kendisi üzerine öğreti (varlıkbilim). b. Evrenin özü üzerine öğreti (evrenbilim), c. İnsan üzerine öğreti (felsefî insanbilim ve varoluşçu felsefe), d. Tanrı’nın varoluşu ve özü üzerine öğreti (Tanrıbilim). e. Kant’ın bilgi bakımından fizikötesini eleştirip ‘kılgılı usun üstünlüğü’ ilkesi ile ahlâk alanında kurduğu ahlâk fizikötesi. Fizikötesi a. Spekülatif olabilir: En yüksek bir genel ilkeden tüm gerçekliği çıkarmak ister, b. Tümevarımsal olabilir: Tek ek bilimlerin sonuçlarından bir bireşime varmaya çalışarak bir evren tablosu ortaya koymak ister.” (a). “Kılgı”: “is. fel. Bir sanat ve bilim dalının ilkelerini düşünce alanından uygulama alanına geçirip gerçekleştirme işi, uygulama, tatbik, ameliye, pratik.” (b). “Bireşim”: “1- Bir çokluğu birlik içinde toplama, birleştirme: a. Çeşitli öğeleri bir araya getirme, bir bütün içinde birleştirme, b. Bu birleştirmenin sonucu. … 2- (Yöntem olarak) Tümdengelim yöntemi: Yalından karmaşık olana, tümelden tikele, zorunludan olasılıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi; çıkarımsal usavurma. 3- Eytişimsel süreçte üçüncü evre: Sav-karşısav karşıtlığının daha yüksek bir bütünde ortadan kaldırılması: eytişimsel bireşim.” (c). “Usavurma”: “Bilinen ya da doğru olarak kabul edilen belli önermelerden başka önermeler çıkarma. Türlü bilimlerde türlü usavurma yolları ve uygulamaları, her birinin de kendine özgü yöntemleri vardır; ama hepsi iki temel yönteme indirgenebilir: tümdengelim ve tümevarım. Tümdengelimli bir usavurmada çıkarım zorunludur (kesin); tümevarımlı usavurmada olasılı ya da yanlış olabilir.” (d). “Eytişim” (diyalektik): “1- (Kavramsal yöntem) Bir kavramdan öteki kavrama çelişmeleri ortadan kaldırarak ilerleyen mantıksal düşünme yolu: a. (Sokrates’te) Doğruya varmak, kavramları açıklığa kavuşturmak, belirlemek ve bunların kesin tanımlarını bulmak için karşıtlıklar içinde ilerleyen karşılıklı konuşma yöntemi, b. (Platon’da) İdeaların bilgisine vardıran yol; en yüksek bilim; mantıksal yöntem, c. (Aristoteles mantığında) Tanıtlama yolu. 2- Usun içine düştüğü çelişmeler öğretisi. Bu yönden özellikle Kant’ta: Koşulsuz olana, salt olana ulaşmak isteyen usun zorunlu olarak içine düştüğü çelişmeler. 3- Usun gelişme yasası (Alman idealizmi). Buna göre özellikle Hegel’de usun ve tinsel gerçekliğin karşıtlıklar içinden geçerek ilerlemesi ve kendini bulması. Eytişimin temellendirilişi: Çelişme ve karşıtlıklar yalnızca olumsuz değillerdir; onlarda olumlu, ileriye götürücü, yaratıcı güç de vardır, karşıtlardan bir birleşim de doğar. Hegel’in geliştirdiği üçlü yöntem: thesis (koyum, sav), antithesis (karşı koyum, karşı sav), synthesis (birlikte koyum, birleşim). Bu son evrede birbirine karşıt olan şeyler birleşirler, birbirleriyle uzlaşırlar. İnsanlık tarihi Hegel’e göre eytişimsel bir konuşma gibidir; bu konuşma, söz-karşısöz daha yüksek bir birlik içinde ilerler, ama bu birlik de yeniden bir karşıtlığın çekirdeği olur ve böylece daha ilerideki gelişmelere doğru itici bir gücü içinde bulundurur. Bu devinim ve ilerleme içinde us kendi kendini açar. Dünya tarihi böylece mantıksal ide’nin gelişmesidir. 4- Marx’ın eytişimsel özdekçiliğinde ekonomik gelişme yasasını dile getirir. Marx da Hegel gibi, dünyanın gelişmesinin eytişimsel bir biçimde olduğunu söyler, ama bu gelişmeyi idelerden kalkarak değil, insanın daha aşağı doğa katmanlarından (içgüdü) kalkarak açıklar. Bir tarih dönemini belirleyen, o dönemin ekonomik yapısıdır ona göre. Toplumdaki gerçek itici güçler, ekonomi ile ilgili güçlerdir. Tarihin gidişi de bir ekonomi savaşıdır, bütün tarih sınıfların savaşıdır. Büyük eytişimsel üçlü adım Marx’a göre: Anamalcılık (kapitalizm) (thesis) -emekçiler buyurganlığı (proletaria diktatörlüğü) (antithesis)- sınıfsız toplum ve herkese eşit mutluluk (synthesis) basamaklarından oluşur.” (e). (a) TDK, ags., “Fizikötesi”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Kılgı”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Bireşim”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Usavurma”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (e) TDK, ags., “Eytişim”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 12 Haziran 2019.
[189] “Determinizm” (belirlenimcilik): “(Lat. determinare = sınırlama, belirleme): I. (Doğa bilimlerinde) Evrende bütün olup bitenlerin nedensellik bağlantısı içinde belirlendiğini öne süren görüş. II. (Tanrıbilimde) Evrendeki olayların yanısıra insanın istencini de Tanrı’nın belirlediğini öne süren öğreti. III. (Ahlâk felsefesinde) 1- İnsanın isteme ve eylemlerinin iç ve dış nedenlerle belirlenmiş olduğunu, dolayısıyle salt bir istenç özgürlüğü olamayacağını savunan görüş. Buna göre: a. İstenç ve eylem dış etkenlerin ürünüdür (mekanist belirlenimcilik), b. İnsanın istemeleri her zaman içinde bulunduğu toplumsal koşullara bağlıdır; bu koşullar istenci belirler (toplumsal belirlenimcilik), c. İnsanın eylemlerini tarih belirler (tarihsel belirlenimcilik). 2- İstenç ve eylemleri iç etkenlerin, ben’in, kişiliğin ürünü olarak gören anlayış. İstencin ve eylemin nedeni kişilik olarak alındığından özgürlüğe de yer verilmiş olur (özbelirlenim: autodeterminismus).” (a): Karşıtı belirlenmezcilik’tir: “Belirlenmezcilik”: “(Lat. in-de-terminare = sınırlanmama, belirlenmeme): 1- (Genel olarak) Nedensellik yasasına bağlı olmayan, bir nedene bağlanmayan olay ve durumların da bulunduğunu öne süren görüş. 2- (Özellikle ahlâk felsefesinde) İnsan istencinin hiç bir koşula bağlı olmadığını, içinde bulunduğu koşullarla belirlenmediğini, insanın özgür istencinin nedensellik yasasına bağlı olmadığını savunan görüş.” (b). (a) TDK, ags., “Belirlenimcilik”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Belirlenmezcilik”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 12 Haziran 2019.
[190] “Duyum”: “1- Bir kimsenin, yalınç bir uyaranın sinir hücrelerinde oluşturduğu itmeyi duyması. 2- Bir duyusal sinirle beyne ulaşan uyaran.” (a), “Yalınç”: Basit (b), “Duyum”: “Bir duyu organının uyarılmasıyla oluşan psiko-fizyolojik olay (ışık duyumu, gürültü duyumu vb.). Felsefe ve ruhbilimde: a. Duyumlama edimi. b. Algıları oluşturan, doğrudan doğruya verilmiş gereç. c. Yapma çözümlemelerle elde edilen ya da araştırılan, algının en yalın kurucu parçaları; bu kurucu parçalara en yalın belirli uyarımlar karşılıktır. Dirimbilimsel fizyolojik olarak: Bir canlının bir anlık bir devinim ya da organ durumunun bir özeğe bildirilmesi.” (c), “is. 1. Duyu. … 3. fizy. Kişinin duyular yoluyla elde ettiği izlenim, ihsas.” (d). “İdrak” (algı): “Dış dünyanın uyarısı ile meydana gelen fiziksel duygunun zihinsel yorumu.” (e), “is. (idra:k) 1. Anlama yeteneği, anlayış, akıl erdirme. 2. Erişme, ulaşma. 3. ruh b. Algı.” (f), “Belleğin katkıları ve bir duyusal izlenimle ortaya çıkan, karmaşık, nesnel bilinç içeriği. Özellikle görsel algılar, dışımızdaki varlığın, şeylerin, nesnelerin biçim ve durumları konusundaki betimlemelerimizin yapısına girer.” (g), “Betimleme”: “Somut gerçekliği içinde bir nesnenin, kendine özgü belirtilerini elden geldiğince tam ve açık seçik bir biçimde göz önüne serme.” (h), “Bir olayı, bir varlığı ya da bir kavramı göz önünde canlandıracak biçimde söz ya da yazı ile anlatma.” (i), “is. Tasarlama, bir şeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde canlandırma, tasvir.” (j). “İdrak” (algı): “Bir şeye dikkati yönelterek, duyular yoluyla o şeyin bilincine varma. Bir nesne duyular aracılığıyle algılanır, ancak algı duyusal izlenimlerden daha fazla bir şeydir, bilinçli bir farkına varmadır, duyumları bilince ileten bir olaydır. Algıda: a. algı olayı, b. algı içeriği, c. algı nesnesi ayırt edilir. Algılar şu iki türe ayrılabilir: 1- Dış algı: Dışdünyadaki nesnelere yönelen, onlarla ilişkili olan algı. 2- İç algı: İçdünyanın gerçeklerine (ruhsal durumlar, ruhsal edimler, ruhsal içerikler) yönelen ve onlarla ilgili olan algı.” (k). “Dışdünya”: “1- İç algılarla kavranan şeylere karşıt olarak dış algılarla kavranan şeylerin tümü. 2- İnsanın içdünyasına, ruhsal yaşamına karşıt olarak onun dışında bulunan dünya. 3- “Ben”den ayrı olanın tümü; bilinçten bağımsız olan, bilincin dışında olan şeylerin oluşturduğu dünya.” (l). “İçdünya”: “Bilincin dışında olan şeylerin karşıtı olarak: bilincin içinde olan şeylerin tümü. 2- Kişinin iç yaşantılarının oluşturduğu bütün.” (m). “İdrak” (algı): “Nesnel dünyanın başta görme örgeni olmak üzere insanın duyu örgenlerini etkilemesi ve böylece nesnelerin bilinçte yansıması.” (n). “Örgen”: Organ (o). “Organ”: “Belli bir göreve sahip vücut parçası veya oluşum.” (r). “İdrak” (algı): “is. ruh b. Bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma, idrak.” (p), “Dış dünyanın duyusal etkilemelerinin bilinçte uyardığı izlenimler; söz konusu etkilemeler akımmıknatıssal dalgalar ve ses dalgaları aracılığıyla olur.” (s). “Bilinç”: “İnsanın çalışma süreci içinde, eş deyişle toplumsal ilişkiler süreci içinde nesnel çevresini ve kişisel varoluşunu anlamasını sağlayan düşünsel süreçlerin toplamı.” (t), “(Yun. syn-eidesis = birlikte bilme): 1- İnsanın kendisi, yaşantıları ve dünya üzerindeki bilgisi; aynı zamanda da düşünme ve kendini tanıma yeteneği, a. Benle ilgili bütün yaşantıların tümü olarak bilinç; her türlü içten yaşamalar; kendi üzerinde bilinç, b. Bir şey üzerinde bilinç; nesnel bilinç; düşünme, algılama, duyma, isteme, bekleme gibi bir ereği olan, bir şeye yönelen, (intentional) edimleri olanaklı kılan (şey).” (u) (TDK sözlüklerinde “şey” diye belirtilen enden sözlerden biri), “1- Duyum, heyecan, düşünme ya da başka bir ruh etkinliğiyle nitelenen durum, 2- Ben’in kendi etkinlik ve duygulanmalarını sezebilmesi. 3- Geniş anlamda zihin. 4- Bir topluluktaki ruhsal etkinliğin ya da ruhsal durumların tümü.” (v), “Algı ve bilgilerin anlıkta duru ve aydınlık olarak izlenme süreci.” (y), “Algıları ansal düzeyde bilgiye dönüştüren süreç. bakınız: an, anlak.” (z), “Bir insanın herhangi bir anda bütün ruhsal ve vücut çalışmalarından, davranışlarından haberli olması -bilgi sahibi olması- halidir.” (z1), “is. 1. İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur. … 3. Dimağ. 4. mec. Temel bilgi, temel görüş. 5. ruh b. Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci.” (z2). “An”: “Olay, nesne ya da durumlar karşısında kavramsal ayrıştırma ve birleştirme işlevinde bulunan üst yeti.” (z3), “Zamanın bölünemeyecek kadar kısa parçası, lahza.” (z4). “Anlık”: “1- Usavurma, yargılama ve anlama gücü. 2- Duyu ve istençten ayrı olarak düşünülen bilme yetisi. 3- Kavrayış gücüyle ilgili görevlerin tümü. 4- Bir kimsenin yaşayışı boyunca edindiği anlayışların toplamı.” (z5), “Küçük ya da sonsuz küçük bir sürede olan.” (z6), “Anlama, düşünme gücü; bilme yetisi; kavramlarla düşünme yetisi. 1- (Skolastik felsefede) Duyum (sensatio), us (ratio), anlık (intellectus) basamaklanmasında en yüksek yere konulan düşünme ve bilme yetisi. Usun duyumlarla alınan gereçleri kavramsal olarak işlemesine karşılık, anlık her türlü duyarlıktan bağımsız olan idelerin bilgisine vardırır. 2- (Skolastikten sonra) Usla bir tutulan, biçimleri, bağlantıları kavrama ve böylece bilgi ve görüş kazanma yetisi. 3- (Aydınlanmadan beri) Bilgi yetileri basamaklamasında ustan bir alttaki basamağa konulan düşünme ve bilme yetisi. Bu yeti: a. kavramlar, kurallar, kategoriler, açık, somut düşünceler yetisi olarak; b. ayırma, çözümleme, soyut düşünme yetisi olarak; c. kılgılı yönden planlar yapan yeti olarak düşünülür. 4- Kant usun ve anlığın skolastikteki anlamlarını tersine çevirmiş, kavram kurmayı anlığa, ideler bilgisini de usa bağlamıştır. 5- Anlamaktan türetilmiş olarak: a. Anlam bağlamlarını kavrama yeteneği, b. Anlayış.” (z7), “entelekt… enstantane” (z8). “Anlak” (zeka): “Anlama ve kavrama kapasitesi. Zekâ.” (z9), “Kavrayış; anlayış; kavrama ve yargılama yetisi. Buna göre: 1-Karışık şeyleri, olayları çabuk kavrama, ve kolaylıkla onlara uyma yeteneği. 2- Bilmeye yönelen yeti ve yeteneklerin toplamı (algılama, kavrama, soyutlama, kavram kurma, genelleştirme, birleştirme, sonuç çıkarma, eleştirme, yargılama, çözümleme), a. (Duyuma karşıt olarak) Anlıkla eşanlamlı, kavramsal bilgi yetisi, b. (İçgüdüye karşıt olarak) Ereğe erişmek için araçlardan düşünerek, bilerek yararlanma; isteyerek etkin olma yetisi, c. Olayları ya da başkalarının düşüncelerini kolaylıkla kavrama yetisi. 3- Olanakları yakalama, kavrama, yeni ödevlere ve yeni durumlara kendini uydurma ve onlarda kolaylıkla yolunu bulma yeteneği ve becerisi (kılgılı anlak). 4. Bağlantıları kavrama, görüşler edinme yetisi; tinsel kavrama gücü; tinsel uyanıklık; çabuk düşünme ve yargılama yetisi (kuramsal anlak). Anlağın en aşağıdan en yükseğe (öke) değin dereceleri vardır; anlak derecelerinin saptanması için testler uygulanır; belli sınırlarla hayvanlarda da anlağın bulunduğu kabul edilir.” (z10). “Öke”: “(Lat. genius, gigno = yaratıyorum, meydana getiriyorum): Yaratıcı yeteneğin en yüksek derecesine ulaşmış kişi.” (z11), “is. Deha sahibi kimse, dâhi.” (z12). “Anlak” (zeka): “İnsanın yaşadığı deneylerden soyutlama ve öğrenme yoluyla yeni durumlara uyma yeteneği.” (z13), “Öğrenme, araç geliştirme ve çevreye uyma olanağı sağlayan, bellek, istenç, yoğulum gibi bileşenlerden oluşan üst yeti.” (z14), “1- Olayları bağımsız olarak düşünebilme, yeni durumlara başarıyla uyabilme, eylem ve tutumları belli bir düşünce ya da erek çevresinde toplayabilme yeteneği. 2- Algılama, belleme, çağrışım yapma, imgeleme, yargıda bulunma, usavurma, soyutlama, genelleme gibi ruhsal işlevlerin tümüne verilen ad.” (z15), “is. (zekâ:) ruh b. İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset” (z16). “Bellek”: “1- İzlenimleri, algıları vb. saklama ve yeniden bilinçte canlandırma yetisi. 2- İzlenimlerin, algıların vb. saklandığı yer.” (z17), “1- Eskiden görülmüş, işitilmiş, koklanmış, tadılmış nesneleri ve türlü yaşantıları yeniden anımsama yetisi. 2.-Algılanan nesnelerin ve yaşantıların bilinçte iz bırakması, saklanması ve gereğinde yeniden üretilmesi yeteneği. 3- Zihnin, belleme ve anımsama gücü.” (z18), “is. ruh b. Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, dağarcık, akıl, hafıza, zihin.” (z19). “Akıl”: “is. 1. Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us. 2. Öğüt, salık verilen yol. 3. Düşünce, kanı. 4. ruh b. Bellek” (z20). “Zihin”: “1- Bilincin, algılama ve düşünme görevini yerine getiren bölümü. 2- Zihinsel yetilerin tümü. 3- Bellek.” (z22), “is. 1. Canlının duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünü. 2. ruh b. Bellek. 3. Anlayış, kavrayış. 4. Bilinç, dimağ.” (z23). (a) TDK, ags., “Duyum”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Yalınç”, Güncel Türkçe Sözlük; (c) TDK, ags., “Duyum”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (d) TDK, ags., “Duyum”, Güncel Türkçe Sözlük; (e) TDK, ags., “İdrak”, BSTS – Biyoloji Terimleri Sözlüğü; (f) TDK, ags., “İdrak”, Güncel Türkçe Sözlük; (g) TDK, ags., “Algı”, BSTS – Aydınlatma Terimleri Sözlüğü; (h) TDK, ags., “Betimleme”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (i) TDK, ags., “Betimleme”, BSTS – Yazın Terimleri Sözlüğü; (j) TDK, ags., “Betimleme”, Güncel Türkçe Sözlük; (k) TDK, ags., “Algı”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (l) TDK, ags., “Dışdünya”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (m) TDK, ags., “İçdünya”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (n) TDK, ags., “Algı”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (o) TDK, ags., “Örgen”, Güncel Türkçe Sözlük; (r) TDK, ags., “Organ”, BSTS – Patoloji Terimleri Sözlüğü; (p) TDK, ags., “Algı”, Güncel Türkçe Sözlük; (s) TDK, ags., “Algı”, BSTS – Fizik Terimleri Sözlüğü; (t) TDK, ags., “Bilinç”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (u) TDK, ags., “Bilinç”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (v) TDK, ags., “Bilinç”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (y) TDK, ags., “Bilinç”, BSTS – Ruhbilim Terimleri Sözlüğü; (z) TDK, ags., “Bilinç”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (z1) TDK, ags., “Bilinç”, BSTS – Zooloji Terimleri Sözlüğü; (z2) TDK, ags., “Bilinç”, Güncel Türkçe Sözlük; (z3) TDK, ags., “An”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (z4) TDK, ags., “An”, Güncel Türkçe Sözlük; (z5) TDK, ags., “Anlık”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (z6) TDK, ags., “Anlık”, BSTS – Fizik Terimleri Sözlüğü; (z7) TDK, ags., “Anlık”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (z8) TDK, ags., “Anlık”, Güncel Türkçe Sözlük; (z9) TDK, ags., “Anlak”, BSTS – Biyoloji Terimleri Sözlüğü; (z10) TDK, ags., “Anlak”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (z11) TDK, ags., “Öke”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (z12) TDK, ags., “Öke”, Güncel Türkçe Sözlük; (z13) TDK, ags., “Anlak”, BSTS – Toplumbilim Terimleri Sözlüğü; (z14) TDK, ags., “Anlak”, BSTS – Yöntembilim Terimleri Sözlüğü; (z15) TDK, ags., “Zekâ”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (z16) TDK, ags., “Zekâ”, Güncel Türkçe Sözlük; (z17) TDK, ags., “Bellek”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (z18) TDK, ags., “Bellek”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (z19) TDK, ags., “Bellek”, Güncel Türkçe Sözlük; (z20) TDK, ags., “Akıl”, Güncel Türkçe Sözlük; (z22) TDK, ags., “Zihin”, BSTS – Eğitim Terimleri Sözlüğü; (z23) TDK, ags., “Zihin”, Güncel Türkçe Sözlük; Erişimler: 13 Haziran 2019.
[191] (Kişi Adları Sözlüğü‘ne pek güvenmesem de yine yazayım -burası ve 213f dipnotu olmak üzere sadece iki yerde bu sözlüğü kullandım- çünkü diğer sözlüklerde yoktu.) “Vehbi”: “Tanrı bağışı olan.”. TDK, ags., “Vehbi”, Kişi Adları Sözlüğü, Erişim: 13 Haziran 2019.
[192] “Edilgin”: “Alıcı durumda olan, etkin olmayan.” (a): Karşıtı etkin: “Etkin”: “1- Eylemde bulunan. 2- Etki yapan.” (b). (a) TDK, ags., “Edilgin”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; (b) TDK, ags., “Etkin”, BSTS – Felsefe Terimleri Sözlüğü; Erişimler: 13 Haziran 2019.
[193] İlgili paragrafın son cümlesi bana Buda’nın (MÖ 563-483) Nirvana’ya (aydınlığa, kurtuluşa) ulaşma süreci bağlamındaki bir sözünü hatırlattı: “Akıl, gelip geçici düşüncelerden temizlenmelidir.”. Bu sitedeki yazıma bk. 194. konu.